Duygusal Zekanın Gelişimi
Duygusal zeka kavramı Daniel Goleman’ın 1995 yılında yazdığı ‘Duygusal Zekâ Neden IQ’dan Daha Önemlidir?’ kitabı sayesinde geniş kitlelere ulaşmıştır. Peki günümüzde birçok kişinin bahsettiği ve yeni dünya becerileri arasında da adını sıklıkla duyduğumuz duygusal zeka tam olarak nedir?
Duygusal zeka; kişinin duygularının farkında olmasını, duygularını yönetebilmesini, diğer kişilerin duygularını fark edebilmesini, sosyal ilişkileri başarıyla yürütebilmesini ve kişinin kendisini motive edebilmesini sağlar.
Duygusal zeka çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişmektedir. Bunlar arasında en önemlileri yaş, aile ortamı ve cinsiyettir. Duygusal zekanın gelişimi bebeklikten itibaren başlar. Bebekler çeşitli yaş dönemlerinde çeşitli duyguları algılamaya başlarlar ve 2 yaşına geldiklerinde kendi olumlu ve olumsuz duygularını ifade edebilir hale gelirler. Bu nedenle kişinin duygularla ilgili ilk örnekleri aile ortamında öğrendiğini söyleyebiliriz. Ve aileler bazen kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken onlara duygular hakkında farklı şekillerde yaklaşmaktadırlar. Örneğin kız çocuklarına daha çok duygu yüklü ifadeler kullanırlarken erkek çocuklarının ise duygularını ifade etmesi için pek fazla teşvikte bulunmazlar (Tuğrul, 1999).
Çocuklarına demokratik davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanı, otoriter ve ilgisiz davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanlarından daha yüksektir. Sonuç olarak; ebeveyn ile çocuk arasında kurulan sıcak ve güvene dayalı ilişki sayesinde çocuk ilerleyen yaşlarında kendisini nasıl göreceğini, başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini, hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve başkalarının duygularını nasıl okuyup ifade edeceğini öğrenmiş olur (Erdoğdu, 2008).
Duygusal zeka ile bağlanma stillerinin incelendiği bir araştırmada ise; ebeveynine güvenli bağlanan çocukların duygusal zeka puanları, güvensiz bağlananlara göre daha yüksektir (Görünmez, 2006). Bağlanma stilleri kişinin iş, aile ve aşk hayatlarında oldukça etkili olan ve birçok araştırmacı tarafından dikkat çeken bir konudur. Bu nedenle duygusal zeka ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiye yönelik bu bulguyu lider/yönetici seçimi, mesleki motivasyon ve iş tatmini gibi bireysel ve sosyal açılardan kişi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir.
Kaynakça
Tuğrul, C. (1999). Duygusal zeka. Klinik Psikiyatri, 1, 12-20.
Erdoğdu, M. Y. (2008). Duygusal zekanın bazı değişkenler açısından incelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7(23), 62-76 . https://dergipark.org.tr/en/pub/esosder/issue/6137/82335
Görünmez, M. (2006). Bağlanma stilleri ve duygusal zeka yetenekleri. (Doktora Tezi). Proquest Tez Yayıncılığı.
Learn MorePOLİSLİK VE STRES
Polislik günümüz meslekleri arasında gerek çalışma saatleri gerek de tehlikeli, yoğun çalışma koşulları arasında en çok strese neden olan mesleklerden birisidir. Çalışma saatleri ve çalışma koşullarına ek olarak polisler aile ve ilişki gibi sosyal hayatlarında da birçok sorunla karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle de bu kişilerin birçok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkla karşı karşıya kalması beklenen bir durumdur (Çetinöz, 2021).
Meslek koşulları polislerin sıradan vatandaşlara kıyasla daha fazla stres yaşamasına neden olmaktadır. Örneğin polisin çalışma saatleri dışında yaşanan problemleri çözmeye karşı kendisini görevli hissetmesi ile problemlere karşı bir miktar pasif kalması arasında ayrım yapması oldukça zordur ve bu bir stres yaratmaktadır. Polisler toplumdan izole haldedirler, taşıdıkları üniforma ve silah onları toplumdan ayırmaktadır. Buna ek olarak rozet ve silah taşımak polislerin daha agresif davranışlarda bulunmalarına neden olmaktadır. Ayrıca polisler vardiya usulü çalıştıkları için yemek, uyku, uyanıklık zamanı gibi durumları genelde düzenli değildir ve bu durum da ruhsal ve fiziksel dengede bozulmalara neden olmaktadır. Aynı zamanda çalışma programlarının sürekli değişmesi özel hayatlarında da sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Çünkü sağlam bir aile yapısı, sağlıklı ilişkiler birtakım ritüellerin gerçekleştirilmesine bağlıdır. Polislerin sıkça karşılaştığı bir diğer durum da ani yaşanan strestir. Her şeyin normal ilerlediği bir günde bir anda tehlikeli bir durum ortaya çıkabilmekte ve kişinin buna hazırlı olma şansı olmayabilmektedir. Ayrıca polislerin görevlerini yerine getirirken duygularını kontrol etmeleri gerekmektedir. Kişinin bu şekilde duygularını bastırması büyük bir ruhsal güç harcamalarına neden olmaktadır (Birkök, 2006).
Polislerin stres düzeyi hem bireysel hem de örgütsel nedenlerden dolayı yüksektir. Çoğu polis, stres sonrası tükenmişlik yaşadığını, öfkeli ve saldırganca davranışlar sergilediğini ve bu durumun da aile ve iş hayatı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu dile getirmektedir (Aytaç, 2017).
Peki yaşanan bu yoğun stres polislerin intihar girişiminde bulunmasında etkili midir? Yapılan bir araştırmaya göre polislerin, strese neden olan olaylarla karşı karşıya kaldığı durumlarda iyimser bakış açısıyla olaya yaklaşması ve kendisine güvenmesi; çaresiz ve boyun eğici bakış açısına sahip olmasına ve sosyal desteğe başvurmasına göre daha az intihar olasılığı taşımaktadır (Tosun, 2012).
Kaynakça
Aytaç, S. (2017). Stres kaynakları ve stresin psikolojik semptomlarının öfke kontrolü ile ilişkisi: Polis memurları üzerine bir araştırma. Journal of Social Policy Conferences, 1-27. https://dergipark.org.tr/en/pub/iusskd/issue/33251/370112
Birkök, M. C. (2006). Poliste çatışma ve stres yönetimi. Journal of Human Sciences, 8(1). https://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/view/158
Çetinöz, E. (2021). Bir uzmanlık alanı olarak polis psikolojisi. Güvenlik Çalışmaları Dergisi, 23(1), 106-127. https://dergipark.org.tr/en/pub/gcd/issue/63148/943103
Tosun, D. M. (2012). Türk polisinde strestle başa çıkma tarzları ve intihar olasılıkları arasındaki ilişki. [Yüksek Lisans Tezi]. İstanbul Üniversitesi.
Learn MoreERGENLİK DÖNEMİNDE ROMANTİK İLİŞKİLER
Romantik ilişki kurmak ergenlik döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Bu yazımızda bahsi geçen romantik ilişki; her iki tarafında onayladığı, tek taraflı olmaktan uzak olan ilişkidir. Geçmiş yıllarda ergenlik dönemindeki romantik ilişkilerin geçici ve kişinin hayatında önemli bir etkisi olmadığına yönelik düşünceler yaygın olsa da günümüzde bu konuda çok daha fazla araştırma yapılmaktadır.
12-18 yaş grubundaki ergenlerin yaş ilerledikçe romantik ilişki içinde olma ihtimali de artmaktadır. Ayrıca yetişkinlerde de olduğu gibi ergen erkekler kendileriyle aynı yaşta olan veya kendisinden daha genç olan partnerleri tercih etme eğilimindeyken, ergen kızlar kendilerinden yaşça daha büyük olan partnerleri tercih etme eğilimindedirler (Collins, 2003).
Ergenlik dönemindeki romantik ilişkilerin ergen üzerinde bazı olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Romantik ilişkilerin olumlu etkilerine bakacak olursak; romantik ilişki sırasında rahatça iletişim kurabildiğini düşünen ergenlerin benlik saygıları daha yüksektir. Ergenliğin sonlarına doğru yaşanan romantik ilişkilerde ergenler ilişkideki eşitlik duygusundan kaynaklı olarak ilişkiye yönelik kaygıları azalmakta ve olumlu düşünceleri artmaktadır. Romantik ilişkilerin olumsuz etkilerine bakacak olursak; ergenin bir partnerinin olmaması, partnerinden ayrılması ya da partnerinin onu terk etmesi gibi durumlarda ergen depresif duygular yaşamakta ve bu durum bazı sapkın davranışlara yönelmesine yol açabilmektedir. Ayrıca romantik ilişkilerde kızlar erkeklere göre eleştiriye karşı daha duyarlıdır (Bayhan ve Işıtan, 2010).
Ergenlik dönemindeki romantik ilişkileri değerlendirirken aslında kişilerin birlikte ne yaptıkları, zamanlarını nasıl geçirdikleri, ortak etkinliklerinin çeşitliliği ve birlikteyken kaçındıkları etkinlikler ve durumlar dikkate alınmalıdır. Örneğin birbirine daha yakın çiftler daha az yakın olanlara kıyasla daha geniş bir aktivite çeşitliliğine sahiptirler (Collins, 2003).
Tüm bunlarla birlikte ergenler uzun süre ilişki sürdürmekte zorlanmaktadır. İlişkiyi sonlandırma kararında etkili olan bir faktör ise ergenlerin yakınlık, cinsellik, kimlik ve özerklik gibi ihtiyaçlarını karşılayamamasıdır. İhtiyaçlarını karşılayamayan bu ergenler romantik ilişkilerini sonlandırmaya daha eğilimlidirler. İlişkiyi sonlandırma kararı aynı zamanda kültürden de etkilenmektedir. Batı kültürünün daha baskın olduğu bölgelerde yaşayan ergenler, Doğu kültürünün daha baskın olduğu bölgelerde yaşayan ergenlere göre daha erken zaman diliminde ilişkiyi sonlandırma kararı almaktadırlar (Connolly ve McIsaac, 2009).
Kaynakça
Bayhan, P. & Işıtan, S. (2010). Ergenlik döneminde ilişkiler: Akran ve romantik ilişkilere genel bakış. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 20(20), 33-44. https://dergipark.org.tr/en/pub/spcd/issue/21108/227337
Collins, W. A. (2003). More than Myth: The developmental significance of romantic relationships during adolescence. Journal of Research on Adolescence, 13, 1-24. https://doi.org/10.1111/1532-7795.1301001
Connolly, J. & McIsaac, C. (2009). Adolescents’ explanations for romantic dissolutions: A developmental perspective. Journal of Adolescence, 32,1209-1223. https://doi.org/10.1016/j.adolescence.2009.01.006
Learn MoreSanal Ortamlar ve YalnızlıkPika
Günümüzde alışveriş yapma, toplantı yapma gibi önceden insanlarla yüz yüze yaptığımız birçok faaliyet artık sanal ortamlara taşınmış, insanların büyük bir çoğunluğu bu sanal ortamlar üzerinden iletişim kurmayı daha çok tercih eder hale gelmişlerdir.
Gün geçtikçe insanların sanal ortamlarda harcadığı zaman artmaktadır. Sanal ortamlarda harcanan zamanın artmasıyla birlikte insanların yalnız kalma oranları da artmıştır. Seki ve Kurnaz (2021) tarafından yalnızlık; bireyin beklediği düzeyde sosyal ilişki yaşamaması ve kişisel ilişkilerde yetersizliğine yönelik algıları olarak tanımlanmıştır. Eğer kişi gerçek hayatta kendini rahat bir şekilde diğer insanlara aktarmakta sorun yaşıyorsa bazı sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamakta da zorlanır. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için de sanal ortamları kullanmaya çalışabilir ve eğer bir süre sonra bunda başarılı olursa bu durum ilerleyen zamanlarda internet bağımlılığa bile dönüşebilir. Çünkü kişi sanal ortamlarda her gün bir öncekinden daha fazla vakit geçirmek isteyecektir. Bunun sonucunda da kendisini yaşadığı toplumdan soyutlayacaktır (Güney, 2017).
Öğrencilerle yapılan bir çalışmada düşük yalnızlık algısına sahip olan kişilerin sosyal medya kullanarak sosyal yetkinliği artırdığını desteklemektedir. Yalnızlık algısı daha yüksek olan kişiler sosyal medya hesaplarında daha fazla paylaşım yapmaktadırlar. Yani bu kişiler kişisel bilgilerini diğer kişilerle paylaşmaya daha eğilimlidirler. Bu yolla diğer kişilerin onlarla etkileşime geçmelerini kolaylaştırmaktadırlar ve yalnızlık hissiyle başa çıkmalarında sosyal medyadan destek almış olmaktadırlar. Ayrıca bu kişilerin daha fazla paylaşım yapmalarının temel nedeni daha fazla fark edilmek istenmek ve özgüvenlerini geliştirmek de olabilir (Genel, 2021). Gençlerin çeşitli sosyal medya platformlarına üye olarak sanal ortamlarda arkadaşlık kurmaları artık daha kolay olduğu için bu gruplarda kendilerini daha kolay ifade edebilmekteler ve aynı zamanda duygularını, düşüncelerini diğer insanlarla daha kolay paylaşabilmekteler. Bu nedenle de bu sosyal medya platformlarına karşı daha olumlu tutumlara sahiptirler (Coşkun, 2021).
Sonuç olarak kişiler sosyal medya platformları gibi sanal ortamlarda birçok kişiyle etkileşim halinde olabilirler. Fakat kişinin kalabalık bir arkadaş listesine sahip olması ya da birçok takipçiye sahip olması onun yalnız olmadığı anlamına gelmemektedir. Tüm bunlar aslında kişinin gerçek hayattaki ihtiyaçlarını karşılamak için başvurduğu çözüm yollarından sadece bir tanesidir.
Kaynaklar
Coşkun, A. (2021). Dijital medya çağında yalnızlık. İksad Yayınevi.
Genel, M. G. (2021). Öğrencilerin sosyal medya tutumları ve yalnızlık algıları: Lise ve ön lisans öğrencileri üzerine bir araştırma . MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10 (4), 2148-2159.
Güney, B. (2017). Dijital bağımlılığın dijital kültüre dönüşmesi:Netlessfobi. Electronic Journal of New Media, 1, 207-213.
Seki, T. & Kurnaz, M. F. (2021). Bireylerin dijital bağımlılıkları ile yalnızlık düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi: Bir meta-analiz çalışması. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi.
Learn MoreÖLÜSEVERLİK (NEKROFİLİ)
İnsanların güvenlik, sevgi gibi bazı temel ihtiyaçları vardır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki kendini gerçekleştirme ihtiyacı da bunlardan biridir. Yıkıcılık eğilimi ise kişinin kendini gerçekleştirmede başarılı olamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanda biyolojik olarak saldırganlık eğilimi olduğunu biliyoruz. Buna ek olarak kişinin tahrip ederek öldürmekten zevk aldığı ölüseverlik olarak adlandırılan bir başka saldırganlık eğilimi daha vardır (Fırıncıoğulları, 2015).
Aslında nekrofili, genel bir kategori olan parafilinin içinde yer almaktadır. Parafili sapkın cinsel ilgi ve davranışları, cinsel normların abartılı hallerini, anormal cinsel saplantıları veya takıntıları içeren geniş bir kategoridir. Elbette ki cinsellikte normal ve sapkın davranışları tanımlamak kolay değildir. Fakat nekrofilinin zihinsel bir bozukluk olarak görülmesindeki temel neden yasadışı olmasıdır (Kumar vd., 2019).
Nekrofili aslında birçok farklı tanıma sahiptir. Bunlar arasında en yaygın olarak bilinen tanım, ölü bedenle cinsel ilişkiye girmekten zevk alma şeklinde yapılan tanımdır (Aggrawal, 2009). Fakat biz bu yazımızda daha çok nekrofiliyi Eric Fromm’un yaptığı tanım üzerinden inceleyeceğiz.
Eric Fromm; nekrofili diğer bir deyişle ölüseverlikten bahsederken bu kavramı yıkmaya, ölüme ve öldürmeye yönelme olarak tanımlamıştır. Ölüsever insanlar aslında küçük bir azınlıktadır fakat bu kişilerin oldukça tehlikeli olduklarını unutmamak gerekir. Çünkü Fromm’a göre bu kişiler içi nefretle dolu, ırkçı, savaşa ve kan dökmeye eğilimli yıkım yanlısı kişilerdir (Fromm, 1995). Ölüseverlikten bahsederken Adolf Hitler’den de bahsetmemiz gerekir. Hitler’in ölüsever bir kişi olduğunu gösteren çeşitli durumlar vardır. Bunlardan ilki ölüsever kişinin kişisel inancına göre geçmiş kutsaldır. Bu nedenle de bu kişilere göre yapılan herhangi bir köklü değişiklik doğal düzene karşı işlenen bir suç olarak değerlendirilmektedir. Hitler’in devrimcilere olan kini de bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir. İkincisi ölüsever kişilerin bir şeylere zarar verme eğilimi taşımalarıdır. Buna en iyi örnek ise Hitler’in Viyana’yı yıkma arzusudur. Üçüncü durum ise ölüsever kişilerin cesetlere, mezarlıklara ya da kokuşan nesnelere yakın bulunma arzusu taşımalarıdır. Hitler ile ilgili bir hikayede Hitler’in çürümüş bir askerin başında uzun bir süre kaldığı anlatılmaktadır.
Kaynakça
Aggrawal, A. (2009). A new classification of necrophilia. Journal of Forensic and Legal Medicine, 16(6), 316–320. https://doi.org/10.1016/j.jflm.2008.12.023
Fırıncıoğulları, S. (2015). Gerçekleşen bir kötülük: Üst sınıflardaki yıkıcılık eğilimi ve topluluk narsisizmi. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi (52), 197-206. https://dergipark.org.tr/tr/pub/abuhsbd/issue/32946/366104
Fromm, E. (1995). İnsandaki yıkıcılığın kökenleri. Say Yayınları.
Kumar, P., Rathee, S., & Gupta, R. (2019). Necrophilia: An understanding. The International Journal of Indian Psychol, 7(2), 607-616.
Learn MoreYAŞLILARDA DEPRESYON
Depresyon, yaygın düşüncenin aksine yaşlanmayla birlikte gelişen doğal bir süreç değildir. Bu durum da bazen yaşlılarda depresyonun gözden kaçırılmasına neden olmaktadır. Depresyonun gözden kaçırılmasında etkili olan başka faktörler de vardır. Bunların başında bazı tıbbi rahatsızlıkların ve kullanılan bazı ilaçların depresyona benzer semptomlar oluşturması gelmektedir (Nordhus, 2008).
İlerleyen yaşla birlikte kişilerde depresyonun klinik görünümünde de birtakım değişiklikler görülmektedir. Depresyonun depresif duygudurum, üzgün olmaktan yakınma, kendini suçlu hissetme gibi semptomlarından ziyade ilerleyen yaşlarda daha çok yorgunluk, iştahsızlık, uyku problemleri, ağrı, unutkanlıkla ilgili şikayetler ön plana çıkmaktadır (O’Donoghue, 2011).
Depresyonun bazı sosyodemografik gruplardaki yaşlılarda görülme olasılığı daha yüksektir. Örneğin ilerleyen yaşlardaki kadınlarda erkeklere göre daha çok depresyon görülmekte, 70-75 yaş grubundaki yaşlılarda diğer yaş gruplarına göre ve medeni durumu dul veya boşanmış olan yaşlılarda evli olan yaşlılara göre depresif belirti puanı daha yüksek çıkmaktadır (Özen Çınar ve Kartal, 2008).
Yaşlılardaki depresyonun tedavi edilmesi oldukça önemlidir. Çünkü bu kişiler depresif dönemleri boyunca sosyal hayattan uzaklaşırlar ve yaşam kaliteleri düşer.
Tedavi sürecine girmeden önce depresyon semptomları ayrıntılı olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme sonucunda bir ilaç tedavisi uygulanacaksa öncelikle kişinin genel sağlığı hakkında bilgi toplanır ve ilaç almasını engelleyecek bir rahatsızlığının olup olmadığına bakılır. Kişiyle bir psikoterapi sürecine girilecekse özellikle kayıplar, yaklaşan ölüm korkusu, işe yaramazlık gibi konular üzerinde çalışılır. Eğer kişi başlanan tedaviler ışığında olumlu bir gelişim göstermiyorsa tedavinin uygunluğu ve yeterliliği gözden geçirilir. Eğer tedavinin hala uygun olduğu düşünülüyorsa uygun olacağı düşünülen farklı bir psikolojik tedaviye geçilebilir ya da önceki tedaviyle birlikte devam ettirilebilir. Bazı çalışmalarda bu tür durumlarda Elektrokonvülsif Tedavi (EKT) de uygulanmıştır (Eker ve Noyan, 2004).
Tüm bu tedavi süreci boyunca kişinin intihar riski de göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü tedavi edilmeyen depresyon, tüm intiharlarda olduğu gibi depresyonda olan yaşlılarda da oldukça yaygın olarak görülmektedir (Aslan ve Hocaoğlu, 2004). Bu noktada kişiyi yalnız bırakmamalı, mümkünse diğer aile üyelerinin desteği sağlanmalı ve kişinin farklı sosyal etkinliklere katılımını sağlayarak diğer kişilerle olan iletişimi arttırılmalıdır.
Kaynakça
Aslan, M., & Hocaoğlu, Ç. (2004). Yaşlılarda intihar davranışı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(3), 294-309.
Eker, E., & Noyan, A. (2004). Yaşlıda depresyon ve tedavisi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2, 75-83.
Nordhus, I. E. (2008). Manifestations of depression and anxiety in older adults. B. Woods & L. Clare (Eds.). Handbook of the Clinical Psychology of Ageing. (2. Basım) (ss. 97-110). West Sussex, UK: John Wiley & Sons.
O’Donoghue, M. (2011). Depression and ageing: Assessment and intervention (P. Ryan, Ed.). In P. Ryan & B. J. Coughlan (Eds.), Ageing and older adult mental health: Issues and implications for practice (ss. 127–142). Routledge/Taylor & Francis Group.
Özen Çınar, İ., & Kartal, A. (2008). Yaşlılarda depresif belirtiler ve sosyodemografik özellikler ile ilişkisi. TAF Preventive Medicine Bulletin, 7(5), 399-404.
Learn MoreGELİŞME DÖNEMİNDEKİ ÇOCUKLARDA NEVROTİK BELİRTİLER
Gelişme çağında görülen nevrotik belirtiler bilişsel bozukluklardan çok davranış ve tutum bozuklukları olarak düşünülmelidir.
Belirtiler; çocuğun annesi, yaşamında önemli olan kişiler ve çevresinde ilişki kurduğu diğer kişilerle birtakım sorunlar yaşamasıyla ilişkili olup kısa sürede sönen anlık patlamalar şeklindedir. Zayıf bir savunmanın ürünü olan bu belirtiler aslında çocuğun psikolojik gelişiminde duraklama olduğunun bir göstergesidir.
Çocukluk çağında görülen bu nevrotik belirtiler 6 başlık altında toplanabilir;
- Kaygı: Çocuk yaklaşmakta olan gerçekdışı bir tehlikeyi korkuyla beklemektedir. Klinik belirtileri değişiklik göstermektedir. Ara sıra şiddetlenen belirtiler şeklinde olabileceği gibi sürekli bir kaygı hali de görülebilir. Özellikle akut kaygı nöbetleri görüldüğünde buna kusma, karın ağrısı ve baş ağrısı gibi bedensel belirtiler de eklenebilir. Çocuk 8-9 yaşına geldiğinde bu kaygı belirtilerini öfke nöbetleri, fevri davranışlar, gerginlik yaratan ortamlardan kaçma gibi davranışlarla dışa vurmaya başlar.
- Psikosomatik bozukluklar: Duygusal gerginlikler; hareketlerle ya da konuşmayla dışa vurulmazsa organlarda görülen bazı belirtiler şeklinde dışa vurur. Bunlara iştahsızlık, deri belirtileri, karın ağrıları ve şiddetli baş ağrısı örnek verilebilir.
- Depresyon: Depresyon yaşayan çocuklar diğer çocuklarla oynamayı sevmeyen, yürümeye ve konuşmaya geç başlayan ve oturdukları yerde durmadan sallanan çocuklardır. Bunlara zihinsel gelişmede bozukluk, ilgisizlik, dikkati bir noktada toplama güçlüğü ve bellek bozuklukları da eşlik edebilir.
- Histeri: Kız çocuklarında daha sık rastlanmakla birlikte aniden ses yitimi, felç ve körlük belirtileri şeklinde görülür. Yoğun bir duygusal birikim bedensel belirtilerle ifade edilmiş halidir. Histeri en sık kas-hareket sistemiyle ilgili belirtilerle ortaya çıkar.
- Saplantı: Çocuklar oyuncak ayısının üzerini örtmek, oda kapısının kapalı olduğundan emin olmak gibi bazı törensel davranışlarda bulunarak bilinmeyen ve tehdit edici bir korkuyu yendikleri yanılgısına düşerler. Aslında bu saplantının temelinde çocuğun kabul etmediği ama etkisinden çıkamadığı bazı düşünceler yer almaktadır.
- Fobi: Çocuk bilinmeyen bir tehdide karşı yoğun bir iç sıkıntısı yaşamaktadır. Bu fobiler; yabancılardan korkma, küçük hayvanlardan korkma, annenin ölmesinden korkma gibi farklı konulara yönelik olabilmektedir (Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi, 1993).
Referanslar
Gelişme çağında nevrotik belirtiler. Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1993.
Learn MoreALKOLİZM VE GENETİK
Alkol tüketiminin en büyük zararı bağımlılığa neden olmasıdır. Bağımlılığın psikiyatrik olarak bir sendrom sayılması için ise maddeye karşı toleransın gelişmesi, madde azaltıldığında ya da kesildiğinde yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması, madde kullanımı nedeniyle sosyal, kişisel ve fiziksel aktivitelerin olumsuz olarak etkilenmesi gibi bazı gerekliliklerin karşılanması gerekmektedir (Harris vd, 2012).
Kişiyi alkolizmden koruyan ya da diğer insanların aksine alkolizme daha yatkın hale getiren birçok sosyokültürel, psikolojik, fizyolojik faktör bulunmaktadır. Alkolizmin altında yatan genetik faktörleri açıklamak için aile, ikiz, evlat edinme gibi çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Aile çalışmaları sonucunda birinci derece akrabalarda alkolizmin görülmesinin alkolizm riskini arttırdığı bulunsa da bunun genetik aktarım yoluyla mı yoksa alkolik davranışların model alınması yoluyla mı ortaya çıktığını net bir şekilde açıklamak zordur. İkiz çalışmaları sonucunda alkolizminde genetik aktarımın önemli bir rolü olduğu görülmüştür. Fakat bazı çalışmalar kadınlarda genetik aktarımın daha belirgin olduğu başka bir deyişle cinsiyete göre farklılaştığı sonucuna varmıştır. Erkeklerdeki alkolizm ise daha çok çevresel faktörlerle (arkadaş, iş ortamı vb.) açıklanmıştır. Evlat edinme çalışmalarında ise hem biyolojik ebeveynlerin alkolik olduğu fakat sağlıklı ebeveynler tarafından evlat edinilmiş çocuklarda hem de sağlıklı ebeveynlerin çocukları olmalarına rağmen evlat edinildiği ebeveynlerin alkolik olduğu ailelerdeki çocuklarda ilerleyen yaşlarda belirgin olarak alkolizme rastlanmıştır. Fakat daha sonra yapılan çalışmalarda ilk grubun ikinci gruba göre alkolik olma olasılığının daha yüksek olduğu bulunmuştur (Coşkunol vd, 1999). Tüm bu çalışmalar ışığında alkolizmin açıklaması zor ve karmaşık bir yapısı olduğu söylenebilir fakat genetik faktörlerin alkolizm üzerinde daha etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Alkolizm ve genetik arasındaki ilişkiyi açıklayan biyolojik yaklaşıma göre ise alkolizmin kalıtımla geçen bir enzim bozukluğu olduğu bu sebeple de kişilerin doğuştan alkole daha duyarlı olduğu iddia edilmektedir. Kişiler alkole daha az dayanıklı oldukları için daha çok alkol tüketmektedirler. Aynı yaklaşımla farklı coğrafi bölgelerde yaşayan kişilerin alkol tüketimlerinin farklı olması da açıklanmıştır. Örneğin Asyalılar; İrlanda, İskoçya gibi ülkelerde yaşayan Avrupalılara göre alkole daha az dayanıklıdırlar (Ünal, 1991).
Kaynakça
Coşkunol, H. & Altıntoprak, E. (1999). Alkol kullanımının genetik yönleri. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2, 222-229.
Harris, K. R., Graham, S., & Urdan T. (Eds.). (2012). APA educational psychology handbook (Vols. 1–3). American Psychological Association Ünal, M. (1991). Madde bağımlılığı ve alkolizmde aile. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi
Learn MoreROMANTİK İLİŞKİLERDE KISKANÇLIK
Kıskançlık; az şiddetli ya da çok şiddetli davranış ve tepkilere dönüşebilen duygu ya da ruhsal durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı insanlarda kısa süreli ruhsal değişikliklere yol açarken bazı insanlarda ise kaygı, kalp çarpıntısı, öfke gibi daha karmaşık tepkilere yol açabilmektedir.
Kıskançlığı farklı başlıklar altında inceleyebiliriz;
-Yetersizlik duygusu olarak kıskançlık; kişi aşk aracılığıyla kendi benliğini güçlendirir. Her zaman partnerine karşı bir güvensizlik hisseder ve terk edilme korkusu hissedilir.
-Yansıtma olarak kıskançlık; kişi kendi sadakatsizliğini partnerine yansıtır. Bu aslında kişinin kendi suçluluk duygusunu hafifletmek için geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır.
-Sahiplenme olarak kıskançlık; aşk özellikle de cinsellik kişinin güvence ihtiyacından doğar. Gösterilen ilgi aslında partnere değil partnerden kendisine yönelen duygulara yöneliktir. Kişi partnerinde huzur, güç, tatmin, kabul edilme arar ve bunları elde etmek için de partnerine öfkeli, abartılı, tutkulu, çocuksu ve yönlendirici davranışlarda bulunur.
-Bastırılmış eşcinsellik olarak kıskançlık; kişi kendi gizli eşcinselliğini bastırır ve bilinçdışına iter. Bu durumda rakibe duyulan nefret, onun çekiciliğine karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar.
Kıskançlık hezeyanı ise ortada gerçek bir neden olmadan ortaya çıkar. Bu durumda kişinin duygusal yaşamına kıskançlık yön verir. Kişi sürekli partnerinin sadakatsizliğine yönelik kanıt ve işaretler arar hatta bazen bunları kendisi yaratır. Kıskançlık hezeyanının başlıca belirtilerine bakacak olursak; sürekli bir şeyleri sorgulama, aşırı kuşkulu olma, öfke patlamaları, çeşitli varsayımlarda bulunma ve sürekli kavga etmeye eğilimli olma sayılabilir. Kıskançlık hezeyanları özellikle de kronik alkolizm vakalarında sıklıkla rastlanmaktadır (Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi, 1993).
İlişkideki kıskançlığın çeşitli değişkenler ile ilişkisini inceleyen bir araştırmada araştırmacılar, evli olmayan kişilerin kendilerini evli olanlardan daha kıskanç bulduklarını görmüşlerdir. Evli olmayan kadınların belirttikleri kıskançlık düzeyi evli olanlardan daha yüksektir. Ayrıca evli kadınlar evli erkeklerden daha yüksek bir kıskançlık düzeyi belirtmişlerdir. Tüm bunlara ek olarak kıskançlık durumunda, kadınların erkeklerden daha şiddetli fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki verdiklerini belirttikleri görülmüştür (Demirtaş vd, 2006).
Bu noktada bağlanma stilleri kıskançlık düzeyinin önemli bir yordayıcısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin kaygılı bağlanma arttıkça kıskançlık artmakta, kaçınmacı bağlanma arttıkça kıskançlık azalmaktadır (Sümer, 2017).
Kaynakça
Demirtaş H. A, & Dönmez A. (2006). Yakın ilişkilerde kıskançlık: Bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(3), 181 – 191.
Kıskançlık. Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1993.
Sümer, S. (2017). Romantik ilişkilerde bağlanma stilleri, romantik kıskançlık ve ilişki doyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi. Hasan Kalyoncu Üniversitesi. 1-100
Learn MoreErgenlerin İnternet Kullanımı ile Madde Bağımlılığı Arasındaki İlişki
Ergenlik döneminde kişiler birçok değişiklik yaşarlar. Bunlardan biri de bağımlılık yapan maddelerin kullanılmasıdır. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddelerin yaygın olarak kullanılmaya başlanması ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerine denk gelmektedir. Ayrıca günümüzde insanların internete ulaşması eskiye göre daha kolay olmuş bu sayede insanlar daha sık kullanır hale gelmişlerdir. Hatta internet kullanımı çoğu insan için bir bağımlılık haline gelmiştir.
Yakın tarihli bir çalışmada, Lee ve Lee (2016), ergenlik döneminde internet kullanımı ile ilgili faktörler ile erken yetişkinlik dönemindeki madde kullanım sorunları arasındaki ilişkileri araştırmıştır. Bu çalışmada, araştırmacılar katılımcılara internet kullanım miktarını ve örüntüsünü değerlendirmek için 3 soru sormuştur: internetin nerede kullanıldığı (yani internet kafe), internet kullanım nedeni ve internet kullanım süresi. Araştırma sonuçları, 20 yaşında sigara içmek ile ergenlik döneminde internet kafede internet kullanmak arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir.
İnsanların ergenlik döneminde internet kullanımının erken erişkinlik döneminde artan madde kullanımı ile ilişkili olduğu düşünüldüğünde, ergenlerin arkadaşlarıyla birlikte olmasının madde kullanımına ne gibi etkileri olacağı sorulabilir. Başka bir deyişle, ergenlerin internet kafelerde yalnız veya arkadaşlarıyla birlikte olmaları madde bağımlılığının ortaya çıkmasında etkili midir?
Yakın zamanda yapılan bir çalışmada, ergenlerin madde kullanım nedenlerinden birinin, ergenin yakın aile ve arkadaş çevresinde madde kullanıcılarının bulunması olduğu görülmüştür (Şencan ve Canatan, 2020). Bu çalışmada ergenlerin çevrelerindeki diğer kişilerin bu maddeleri kullandığını gördükten sonra bu maddeleri merak ettiklerini ve bu maddeleri denemek istediklerini söylemişlerdir.
Başka bir çalışmada, üniversite öğrencilerinde alkol içme davranışı ile olumsuz değerlendirilme korkusu ve sosyalleşmek için içme arasında yüksek bir ilişki bulunmuştur (Stewart, Morris, Mellings, & Komar, 2006).
Yapılan bu araştırmaların tümü ergenlerin arkadaşlık ilişkilerinin madde kullanımında önemli etkilerinin olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenle ebeveynler, çocuklarının arkadaş çevreleri hakkında daha fazla bilgi almaya çalışırken aynı zamanda çocuklarının internet ortamında nasıl vakit geçirdikleri, ne kadar süre internet kullandıkları hakkında da dikkatli olmalıdırlar.
Referanslar
Lee, B. H., & Lee, H. K. (2017). Longitudinal study shows that addictive Internet use during adolescence was associated with heavy drinking and smoking cigarettes in early adulthood. Acta Paediatr, 106, 497-502. https://doi.org/10.1111/apa.13706
Stewart, S. H., Morris, E., Mellings, T., & Komar, J. (2006). Relations of social anxiety variables to drinking motives, drinking quantity and frequency, and alcohol-related problems in undergraduates. Journal of Mental Health, 15(6), 671-682. https://doi.org/10.1080/09638230600998904
Şencan, F., & Canatan, K. (2020). Göç ve kentleşme sürecinde ergenleri madde kullanımına yönelten sosyal bağlamın analizi. Sosyal Çalışma Dergisi, 4(2), 115-125. https://dergipark.org.tr/en/pub/scd/issue/58064/796588
Learn More