

MUNCHAUSEN SENDROMU
Munchausen Sendromu ismini, Karl Friedrich von Munchausen isimli onsekizinci yüzyılda yaşamış, anlattığı abartılı öykülerle tanınan bir bilim adamından almıştır (Perry,2021; Altıntaş ve ark.,2016). Munchausen Sendromu, çoğunlukla kadınlarda görülürken erkeklerde nadir bulunan bir sendromdur (Perry,2021). Manchausen Sendromuna sahip insanlar; çevresinden ve sağlık çalışanlarından destek, ilgi görmek için kendilerini hasta etmeye çalışırlar (Perry,2021; Altındaş ve ark.,2016).
Literatürde bu sendroma örnek gösterilebilecek birçok olgu bulunmaktadır.(Perry,2021; Akgündüz ve ark.,2018; Altındaş ve ark.,2016). Bu kişiler inandırıcı semptomlar oluşturmak adına ; birçok gereksiz, acı verici tıbbi girişimlerin yapılmasına veya ameliyata tabi tutulmak isteyebilir, bir bulgu çıkmamasına rağmen defalarca hastane hastane dolaşabilir, vücutlarında enfeksiyon oluşturmak adına serum hortumlarına dışkı bulaştırabilirler (Perry,2021; Akgündüz ve ark.,2018).
Munchausen Sendromu’na sahip anneler başkalarından aynı ilgiyi ve sempatiyi almak için çocuklarını da hasta etmeye veya sorunlu göstermeye çalışarak çocuk istismarına başvurabilir (Perry,2021). Örnek bir vakada anneye göre çocuk, sürekli evden kaçan kendini arabaların önüne atan balkondan intihar etmeye kalkan zapt edilmesi zor biridir. Anne bu nedenle sağlık çalışanlarına sık sık başvurur ve çocuğunun davranış sorunlarının olduğunu söyler. Uzun süren terapiler, antidepresan ilaçlarından sonra çocuğun annenin dediği gibi davranış sorunlarının olmadığı anlaşılır. Anne de Munchausen Sendromu olduğu ve çocuğunu iki kere ölüme sürüklediği anlaşılır (Perry,2021).
Başka bir örnek vakada (Uytun ve ark.,2015) ise anne, bir aylık çocuğunun 15 gündür ishal olduğu gerekçesiyle hastaneye başvurur. Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra çocuğun durumu normal olarak değerlendirilir. Önceki kayıtları incelendiğinde ishal ve kusma şikayetleri ile 16 kez hastaneye başvurulduğu ve başvuruların hiçbirinde bir patoloji saptanmadığı görülür. Manchausen Sendromu şüphesiyle psikiyatri polikliniğine konsülte (tanı/tedavinin şekillenip oturabilmesi için, başka bir uzmanın görüşünü almak, danışmak) edilir. Ancak hastanın genel durumunun iyi olması üzerine taburcu edilir. Anne bir buçuk ay sonra bebeğin makatından kan gelmesi şikayetiyle başvurur ancak hastanın odasında kırık civalı termometre bulunur. Anne, makattan ateş ölçmeye çalıştığını belirtir. Ancak bebeğin anal bölgesinde erozyon saptanır. Bu durum sosyal hizmetlere bildirilir. İki ay sonra anne, bebeğin kulağından kan gelmesi şikayetiyle başvurur. Sadece dış kulak yolundan kanlı akıntı geldiği tespit edilir. Servis odasına yatırıldıktan sonra hastanın odasında çivi olduğu tespit edilir. Bu durum polislere bildirilir ve munchausen sendromu açısından gerekli işlemler yapılır.
Munchausen Sendromu tanısı için Meadow (1977) tarafından 4 kriter önerilmektedir; 1. Hastalık ebeveyn veya aile bireylerinden biri tarafından yapay olarak oluşturulmuş olmalı, 2. Çocuk, sıklıkla doktora götürülür ve ebeveyn çocuğun hastalığının nedenini inkar eder, 3. Hastalık, ebeveynden ayrıldığı zaman kaybolur, 4. Bunu yapan ebeveynin hasta rolü üstlenmeye veya başka bir dikkat çeken davranışa ihtiyacı olduğu düşünülerek böyle davrandığı kabul edilmektedir (akt.Uytun ve ark.,2015).
Bu bozukluğun nedeni hakkında maalesef çok fazla bilgi bulunmadığı için teşhisi de zor olmaktadır (Perry,2021). Bu nedenle özellikle sağlık çalışanlarının bu konuda bilgilendirilmesi ve takibi yapılması oldukça önemlidir.
Yazar:Psk.Dan.Öğr. Bengi Su Düzgün
Kaynakça
Akgündüz, E. , Kaya, K. , Kalaoğlu, E. , Bulut, F. D. Ve Hilal, A. (2018). Munchausen by proxy sendromu; Bir olgu sunumu . Ahi Evran Medical Journal, 2(1),16-18.
Altıntaş E. , Özşahin A. K.(2016). Munchausen hemoptizi: Nadir görülen bir yapay bozukluk . Turkish Journal of Family Medicine and Primary Care, 10(3), 175-178.
Perry, B. ve Szalavıtz, M. (2021). Annem yalan söylüyor. Annem beni incitiyor. Lütfen polisi arayın. Ü. Özkan (Ed.) ve B. Haktanı (Çev.). Köpek gibi büyütülmüş çocuk. (32. baskı, s. 273-286) içinde. Koridor Yayıncılık, (Orijinal eserin yayın tarihi 2007).
Uytun, S., Çıkılı Uytun, M. , Altuner Torun, Y. , Ergül, A.B. Ve Altınel Açoğlu, E. (2015). Munchausen by Proxy Sendromu: Olgu Sunumu. Güncel Pediatri, 13(1), 60-62 .
Learn More

BEDEN DİSMORFİ BOZUKLUĞU
İlk olarak 1891 yılında Morselli tarafından “dismorfofobi” olarak adlandırılan bu hastalık, kişinin kendisini kusurlu, çirkin, çelimsiz, asimetrik ya da utanç verici olarak görmesidir (Karamustafalıoğlu, 2000).
Beden dismorfi bozukluğu yaşayan hastalar, kadın erkek fark etmeksizin yüz bölgesi ağırlıklı olmakla birlikte saç, kas, cinsel organ ya da vücutlarındaki herhangi bir noktaya odaklanırlar. Ayna karşısında saatlerce vakit geçirir, ciltlerini yolma, makyaj yapma, kendilerini diğer insanlarla kıyaslama içerisinde olma gibi birçok takıntılı davranış sergilerler (Karamustafalıoğlu, 2000).
Kusur olarak gördükleri özellikleri değiştirmek amacıyla cildiye, plastik cerrahi gibi psikiyatri dışında birimlere başvurdukları için toplum içerisindeki BDB görülme sıklığı saptanamamaktadır. Depresyon, takıntı veya anksiyete şikayeti ile uzmanlardan destek alan kişiler ise utanma duygusundan kaynaklı hastalık belirtilerini gizleyerek tanı koyulmasını güçleştirmiş olurlar (Aslan, 2000).
Yaşadıkları estetik kaygılar sebebi ile çoğu kez obsesif kompulsif bozukluğu olarak tanımlanmış olsa da dismorfide içgörüye neredeyse hiç yer yoktur (Karamustafalıoğlu, 2000). Dismorfi sahibi kişilerin zihinlerine utanç duyma, düşük benlik algısı hakimdir (Aslan, 2000).
Olumsuz beden algısı ile yakından ilişkili olan anoreksiyayı dismorfiden ayırdığımız nokta ise anoreksiya hastaları aynalardan kaçarken BDB hastaları ayna karşısında saatlerce kusursuz olmak için vakit harcarlar. Öyle ki trafikte aynaya bakma isteklerinden dolayı kaza yapma noktasına gelirler (Aslan, 2000).
Beden dismorfi bozukluğu yaşayan hastalar kendi “çirkinliklerini” örtmeye çalıştıkça anksiyetelerinin artmasına sebep olurlar. Zamanla sosyal çevrelerinden uzaklaşır, kalabalık ortamlara girmeyi reddeder, evlenmekten kaçınırlar. Kariyerlerinde başarısız olarak işlerini ya da okulu bırakırlar (Karamustafalıoğlu, 2000).
Hastaların ortak özelliklerinden biri birinci derece yakınlarının sahip olduğu psikolojik rahatsızlardır. Başta duygu durum bozukluğu olmakla birlikte majör depresyon, madde bağımlılığı gibi rahatsızlıklara sahip olabiliyor yakınları (Aslan, 2000).
Ayrıca gelişen teknoloji sayesinde kullanılan uygulamalardaki çeşitli filtrelere maruz kalan gençlerde 2017’deki bir araştırmaya göre %55’inde fotoğraftaki kendilerine benzemek için estetik operasyon geçirmek istediği görülmüştür. Bu oranın zamanla artış gösterdiği düşünülmektedir (İnan, 2019).
Beden dismorfi bozukluğu için birçok yönteme başvurulabilir. Psikodinamik, farmaterapi, bilişsel davranışçı terapilerinden olumlu yanıtlar alındığı gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra plasebo ile de olumlu sonuçlar alınan çalışmalar mevcuttur (Aslan, 2000).
REFERANSLAR
Aslan, S.H. (2000). Beden Dismorfik Bozukluğu: Bir gözden geçirme. Düşünen Adam, 13 (13), 33-41.
İnan, S.(2019), Kulak Burun Boğaz Hastalıklarında Temel Yaklaşım ve Yönetim, Akademisyen Yayıncılık.
Karamustafalıoğlu, O. Karamustafalıoğlu, N. (2000). Beden dismorfik bozukluğu. Düşünen adam dergisi, 13(2), 107-109.
Erişim Tarihi: 02.10.2023 https://www.freepik.com/free-vector/low-self-esteem-illustration_10841267.htm#query=dismorfi&position=39&from_view=search&track=ais
Learn More

Özerklik Ve Sosyal İlişki
Kişilik gelişimini açıklayan psikolojik kuramlar, geleneksel olarak bağımsızlığın, özerkliğin, başarının, kendine yeterliliğin, kendini geliştirmenin, özgürlük ve bireysel kimlik esasları gibi konulara ağırlık vermektedir (Kağıtçıbaşı, 1996). Burada ele alınan konular, bir insanın hem karakterini oluşturmada yapı taşı konumunu görmekte hem de karakter gelişiminde olası davranış biçimlerini öngörmek için gerekli başlıkları oluşturmaktadır. Hatta bu varılan sonuçlara ek olarak başka bir çalışmada özerkliğin sosyal hayatın bile önüne geçildiği sonucu saptanmıştır; ‘Sağlıklı bir psikolojik gelişim için, bireysel özerk benlik oluşumunun, sosyal ilişkilerden daha önemli olduğu öngörülmektedir’(Guisinger ve Blatt, 1994; akt. Kağıtçıbaşı, 1996, s.36). Diğer bir yandan da ‘sosyal ilişkide bağlantı kurma, diğer insanların sevgi ve saygısını kazanma ihtiyacı temel bir gereksinim olarak kabul edilmektedir. Bu konu Özerklik Teorisinde incelenmiş ve ilişkililik (relatedness) ya da sosyal ilişki kurma gereksinimi olarak tanımlanmıştır’ (Ünal Karagüven, Karaman Ekşioğlu ve Gül, 2020, s. 366). Ryan ve Deci’nin (2000; 2017; 2019) araştırmasında ise, insanın sosyal yaşantısında üç temel gereksinimi karşılamaya çalıştığı ve bunlar karşılandığında psikolojik iyi oluş yani sağlıklı psikoloji ve mentalite seviyesine ulaşıldığı söylenir bu üç temel gereksinimler; ‘özerklik (autonomy), yeterlik (competence) ve sosyal ilişki (ilişkili olma) (relatedness) olarak belirtilir’ (Akt. Ünal Karagüven, Karaman Ekşioğlu ve Gül, 2020, s.369) Bu iki çalışmanın da ortak olarak çıkarılması gereken sonuç sosyal yaşımın yani insanlarla kurulan sosyal bağların her insanda mutlaka görülen temel bir gereksinim olduğu ve bu ihtiyaç karşılanmadığında normal bir hayat sürülemeyeceğidir. Bu sonuca ek olarak çıkarılması gereken bir başka sonuç ise nasıl ki sosyal ilişki kurmak bir temel ihtiyaç olarak bahsedilmekteyse aynı zamanda özerk bir birey olarak kimseden etkilenmeden yada kimsenin etkisi altında kalmadan karar verme mekanizmasını kullanarak kendi yolunu seçmesi de temel bir ihtiyaçtır ama toplumda genel bir yargı olarak özerklik sağlanıldığında toplumdan kopup kendini sosyal ilişki içeren her şeyden soyutlayarak özerklik sağlanıldığı yargısı hakim. Daha detaylandırıp bunu bir çalışma ile sunmak gerekirse toplum özerkliği, ayrışma- bireyselleşme süreci olarak düşünür. Yani toplumdan, sosyal çevreden bağımsızlık ve ayrışma sağlanmadığı koşullarda özerkliğin sağlanılamayacağı anlamını çıkartır (Kağıtçıbaşı, 1996). Sağlıklı bir psikolojiye sahip olmak için hem özerkliğe hem de sosyal ilişkiye ihtiyaç duyulmaktadır lakin psikolojik kuramsallaştırmaya göre, özerklik ve sosyal ilişki asla yan yana anılmayacak terimler olarak karşı karşıya konumlandırılmış gibi yorumlanmaktadır. Bir insan hem sosyal açıdan yeterli bir seviyede ilişki kurarken aynı yeterlilik seviyesinde çevresinden etkilenmeden, kendi kararlarını bağımsız bir şekilde vererek özerkliğini de sağlayabilir (Kağıtçıbaşı, 1996).
Yazar: Psk. Öğr. Behiçe YARARLI
Kaynakça
Guisinger, S. ve Blatt S. J. (1994). Individuality and relatedness: Evolution of a fundamental dialectic. American Psychologist. 49. 104-111
Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). Özerk-kişisel benlik: yeni bir sentez. Türk Psikoloji Dergisi, 11(37), 36-43.
Ryan, R. M. ve Deci, E. L. (2000). Self-determination theory and the facilitation of intrinsic motivation, social development, and well-being. American Psychologist, 55(1), 68-78.
Ryan,R. M. ve Deci, E. L. (2017). Self-determination theory: Basic psychological needs in motivation, development, and wellness. New York: Guilford Publishing.
Ryan, R. M. ve Deci, E. L. (2019). Supporting autonomy, competence, and relatedness: The coaching process from a self-determination theory perspective. In S. English, J. M. Sabatine, ve P. Brownell (Eds.), Professional coaching: Principles and practice (pp. 231–245). aSpringer Publishing Company.
Ünal Karagüven, M. H., Karaman Ekşioğlu, M. ve Gül, Ç. (2020). Özerklik teorisi ve Sosyal İlişki Gereksinimi Ölçeğinin Türkçeye adaptasyonu. IBAD Journal of Social Sciences, (6), 366-377. doi: 10.21733/ibad.656251
Görsel Kaynak: Erişim Tarihi: 28.09.2023 https://unsplash.com/photos/cAtzHUz7Z8g
Learn More

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
TDK’de (2022) cinsiyet; ”Bireye üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği; eşey, cinslik, seks.” olarak açıklanmaktadır. Cinsiyet doğuştan gelen bir kavram iken toplumsal cinsiyet eşitsizliği toplumsal değerlerle şekil almaktadır (Coşkun,2019). Yani toplumsal cinsiyeti oluşturan toplumlar ve kültürlerdir. Çocuk doğar doğmaz, aile ve toplum tarafından toplumsal cinsiyete göre yetiştirilmeye başlanır. Doğacak bebeğin cinsiyeti belirlendiği andan itibaren, bebeğe alınacaklar da cinsiyetine göre belirlenmeye başlanır. (Saraç, 2013). Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınlar daha az sağlıklı, daha düşük eğitimli, daha az işgücüne katılan, daha az gelir getiren işlerde çalışan pozisyondadır (Demirgöz Bal, 2014). Ataerkil toplumlarda cinsiyet eşitsizliği daha da ön plana çıkmaktadır.
Toplumsal cinsiyeti içselleştirmemiz aslında çocukluğumuza dayanmaktadır. Örneğin masallarda prenses hep bir yere hapsedilir, uyutulur. Prensi gelene kadar oradan çıkamaz. Yani kurtulmak için prensin kahramanlığına ihtiyacı vardır. Sıradan çocuk masalı olarak görünse de altında çok derin mesajlar vardır aslında. Temelden gelen bir diğer olay da kız çocuklarının baskılandığı kadar erkek çocuklarının yüceltilmesidir. ”Sen kızsın yapamazsın.” ”Kadın kahkaha atar mıymış?” ”O ne öyle kız gibi.” ”Bu saatte kadın kısmı dışarı mı çıkar?” ”Kadınlığını bil!” gibi tabirlere kadınları sürekli maruz bıraktıktan sonra onlardan her şeyi kusursuz yapmalarını beklemek birbiriyle fazlasıyla çelişen durumlar olacaktır. Kadınların erkeklerden daha fazla konuşmasının sebebi de budur. Erkekler toplumda kadınlara nazaran daha çabuk kabul görmekte ve sosyal gücü arkasında daha fazla hissetmektedir. Kadınlar kolay kabul görmediğinden dolayı kendini daha net ifade edebilmek ve toplumun onayını alabilmek için erkeklere kıyasla konuşurken daha fazla kelime kullanmaktadır. (Johnson, 2020). Ülkemizde, ataerkil toplumsal değerler; çocuk ve yaşlı bakımı ile ev işlerinin çoğunu kadına yüklemeyi teşvik etmekte, kadının ev dışında çalışmasına yönelik olumsuz tutumu ise kuvvetlendirmektedir. (Selçuk ve Erdem Tuzlukaya, 2013). Öyle ki toplumca algılanan şudur; kadın ev hanımıdır, erkek ise çalışandır. Fakat durum böyle değildir. Kadının görevi olarak görünen çoğu şeyin ucu aslında erkeğe de dokunmaktadır. Kadının fıtratında köle olmak yoktur ya da kadının tek kariyeri annelik değildir. Aynı zamanda kadın ve erkeğin eşit konuma getirilmesi fıtrata ters de değildir.
Erkek yaşadığında gururla anlatılan şeyleri kadın yaşadığında yüz kızartıcı bir olay olarak gördüğümüz sürece toplumsal cinsiyet bizim için aşılması en zor konulardan birisi olacaktır. Edep kelimesinin kadın bedeni üzerinden yürümediği ve bir şeyleri ”kız gibi” ya da ”erkek gibi” değil de ”insan gibi” yaptığımız yarınlara…
Yazar: Psk. Dan. ve Reh. Öğr. Ceren Eroğlu
Kaynakça
Coşkun, A. (2019). Eğitimde cinsiyet eşitsizliğinin gelir üzerine etkisi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum Teknik Üniversitesi.
Demirgöz Bal, M. (2014). Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine genel bakış. Kadın Sağlığı Hemşireliği Dergisi, 1(1), 15-28.
Johnson, Z. (Yönetmen). 100 Humans (Belgesel). Netflix.
Saraç, S. (2013). Çalışma yaşamı ve kadın. L. Gültekin, G. Gül, C. Ertung ve A. Şimşek (Ed.), Toplumsal cinsiyet ve yansımaları. (s. 27- 32) içinde. Atılım Üniversitesi Yayınları.
Selçuk, F.Ü. ve Erdem Tuzlukaya, Ş. (2013). Toplumsal cinsiyet. L. Gültekin, G. Gül, C. Ertung ve A. Şimşek (Ed.), Toplumsal cinsiyet ve yansımaları, (s.4-17) içinde. Atılım Üniversitesi Yayınları.
TDK. (2022). ‘’Cinsiyet nedir?’’. Türk Dil Kurumu Sözlükleri. https://sozluk.gov.tr/ adresinden 27.08.2023 tarihinde alınmıştır.
Resim: https://www.freepik.com/free-vector/concept-woman-man-paygap-gender-inequality-work-place_10108725.htm#query=inequality&position=4&from_view=search&track=sph
Learn More

Uyku Bozukluğu : İnsomnia Disorder
Uyku bozuklukları kişilerin genellikle uyku ile ilgili olan sorunlarıdır. Her insanın uyku düzeni ve uyku süresi zaman zaman bozulabilir veya değişkenlik gösterebilir. Bu durumlar kişinin uyku bozukluğuna sahip olduğunu göstermez. DSM-5 de uyku bozuklukları 16 kategoride açıklanmıştır (APA, 2013). Bu uyku bozukluklarından en yaygın olan uyku bozukluğu İnsomnia olarak bilinmektedir (Akt. Keskin ve Tamam, 2018). Bu yazımızda insomniayı ele alacağız.
İnsomnia bireyin uyku ortamında tüm koşulların olmasına karşılık bireyin uykuya dalmada ve uykuyu devam ettirmekte zorluk çekmesi durumu olarak bilinmektedir. Birey uykuya dalmakta zorluk çektiğini ve uykusunun sürekli bölündüğünü sonrasında da uyumakta güçlük çektiğini söyler. Bu uykusuzluk gün içerisinde bireyin işlevsel bozukluklar yaşamasına ve sıkıntılara sebep olur. Eğer birey yeterli uyku uyuyamadığını söylüyor ve işlevsellikte herhangi bir sıkıntı yoksa bu uyku bozukluğundan söz edilemez. Bu hastalıktan bahsedebilmemiz için uykusuzluk süresinin en az 3 ay boyunca sürmesi ve haftada en az 3 kere gerçekleşmesi gerekir (APA,2013). ICD-10 ise haftada en az 3 kez gerçekleşen uykusuzluk durumunun bir ay boyunca sürmesini insomnia tanısı için yeterli olarak görmektedir (Öztürk ve Uluşahin, 2020)
Uykusuzluk problemi yaşayan bireyin tedavisinde hemen ilaç kullanılmaması gerekir zira Uyku Hijyeni ilkelerinin uygulanması istenmelidir. Eğer başka bir uyku bozukluğu eşlik etmiyorsa Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ilaçlara oranla daha etkili olduğu gösterilmiştir (Sutton, 2014).
Uyku Hijyen İlkeleri;
1-Tam anlamıyla uyku gelmeden yatağa girmemek.
2-Evcil hayvanları yatak odasına almamak.
3-Yatak odasında saatin göz önünde olmaması.
4-Yatak odasının çok sıcak olmaması.
5-Geceleri herhangi bir nedenle geç yatılması durumunda bile vaktinde kalkarak günlük yaşama devam etmek, gündüz uyumamak.
6-Uyarıcı etkileri nedeniyle saat 16.00’dan sonra kafein ve sigara tüketimine dikkat etmek.
7- Yatak odasını uyku ve cinsel ilişki dışında kalan eylemler için kullanmamak.
8- Akşam ağır yemekler yememek.
9-Yatağa girdikten sonra 15-20 dakika içinde uykuya dalınmaz ise, rahatlatıcı fazla hareket gerektirmeyen bir uğraşıda bulunmak ve heyecan verici TV programlarından ya da kitaplardan kaçınmak. (Sutton, 2014).
Kaliteli bir uyku için uyku bozukluklarında ilaç kullanımı yapılabilir ancak kullanılacak olan ilacın alışkanlık yapmaması, Hızlı ve kısa sürede etki edebilmesi, günlük olaylardan sizi alıkoymaması ve ilaç kullanımını bitirdiğiniz zaman uykusuzluk süresini arttırmaması gibi özellikler aranır lakin bütün bu özelliklere sahip bir uyku ilacı yok sayılabilir.(Akt. Keskin ve Tamam, 2018)
Yazar: Psk. Öğr. Furkan Kula
Referanslar:
Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM – V). (E. Köroğlu, çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Keskin N. ve Tamam L. (2018). Uyku Bozuklukları: Sınıflama ve Tedavi. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 27(2), 243-244.
Öztürk, M.O ve Uluşahin, N.A (2020), Ruh sağlığı ve bozuklukları (16.baskı): Ankara Yayınevi.
Sutton, E. L. (2014) Psychiatric Disorders and Sleep Issues, Medical Clinics of North America, 98(5), 1123–1143. doi: 10.1016/j.mcna.2014.06.009.
Erişim Tarihi: 12.09.2023 https://unsplash.com/photos/3sn9MUlx2ZE?utm_source=unsplash&utm_medium=referral&utm_content=credit
Learn More

Duygusal Zekanın Gelişimi
Duygusal zeka kavramı Daniel Goleman’ın 1995 yılında yazdığı ‘Duygusal Zekâ Neden IQ’dan Daha Önemlidir?’ kitabı sayesinde geniş kitlelere ulaşmıştır. Peki günümüzde birçok kişinin bahsettiği ve yeni dünya becerileri arasında da adını sıklıkla duyduğumuz duygusal zeka tam olarak nedir?
Duygusal zeka; kişinin duygularının farkında olmasını, duygularını yönetebilmesini, diğer kişilerin duygularını fark edebilmesini, sosyal ilişkileri başarıyla yürütebilmesini ve kişinin kendisini motive edebilmesini sağlar.
Duygusal zeka çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişmektedir. Bunlar arasında en önemlileri yaş, aile ortamı ve cinsiyettir. Duygusal zekanın gelişimi bebeklikten itibaren başlar. Bebekler çeşitli yaş dönemlerinde çeşitli duyguları algılamaya başlarlar ve 2 yaşına geldiklerinde kendi olumlu ve olumsuz duygularını ifade edebilir hale gelirler. Bu nedenle kişinin duygularla ilgili ilk örnekleri aile ortamında öğrendiğini söyleyebiliriz. Ve aileler bazen kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken onlara duygular hakkında farklı şekillerde yaklaşmaktadırlar. Örneğin kız çocuklarına daha çok duygu yüklü ifadeler kullanırlarken erkek çocuklarının ise duygularını ifade etmesi için pek fazla teşvikte bulunmazlar (Tuğrul, 1999).
Çocuklarına demokratik davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanı, otoriter ve ilgisiz davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanlarından daha yüksektir. Sonuç olarak; ebeveyn ile çocuk arasında kurulan sıcak ve güvene dayalı ilişki sayesinde çocuk ilerleyen yaşlarında kendisini nasıl göreceğini, başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini, hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve başkalarının duygularını nasıl okuyup ifade edeceğini öğrenmiş olur (Erdoğdu, 2008).
Duygusal zeka ile bağlanma stillerinin incelendiği bir araştırmada ise; ebeveynine güvenli bağlanan çocukların duygusal zeka puanları, güvensiz bağlananlara göre daha yüksektir (Görünmez, 2006). Bağlanma stilleri kişinin iş, aile ve aşk hayatlarında oldukça etkili olan ve birçok araştırmacı tarafından dikkat çeken bir konudur. Bu nedenle duygusal zeka ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiye yönelik bu bulguyu lider/yönetici seçimi, mesleki motivasyon ve iş tatmini gibi bireysel ve sosyal açılardan kişi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir.
Kaynakça
Tuğrul, C. (1999). Duygusal zeka. Klinik Psikiyatri, 1, 12-20.
Erdoğdu, M. Y. (2008). Duygusal zekanın bazı değişkenler açısından incelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7(23), 62-76 . https://dergipark.org.tr/en/pub/esosder/issue/6137/82335
Görünmez, M. (2006). Bağlanma stilleri ve duygusal zeka yetenekleri. (Doktora Tezi). Proquest Tez Yayıncılığı.
Learn More

Oedipus Kompleksi
Psikolojinin babası olarak sayılan Freud tarafından ortaya atılan ‘’Oedipus Kompleksi’’nin kökeni Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Yunan mitolojisinde yer alan Laios’un oğlu olan Oedipus, kısaca, farkında olmadan babasını öldürüp annesi ile evlenir (Gürel ve Muter, 2007). Freud, Sophocles tarafından yazılan ‘’Odeious Rex’’ isimli oyunu gördükten sonra Oedipus terimini kullanmaya başlamış ve 1897 senesinde yazdığı bir mektupta babasına duyduğu kıskançlıktan ve annesine duyduğu sürekli sevgiden bahsetmiştir. Babasına duyduğu kıskançlığın ve annesine karşı duyduğu sevginin kendisi için evrensel nitelikte bir olay olduğunu da yazdığı mektupta belirtmiştir. 1899 senesinde yayımlanan Düşlerin Yorumu isimli kitabında ilk kez Oedipus kavramını kullanan Freud, mektupta da belirttiği gibi ödipal arzunun doğuştan gelen, evrensel bir şey olduğunu ve bilinçdışı suçluluğu yarattığını ifade ediyor (Frued, 2014).
Klasik Psikanalitik Kuram ele alındığında Oedipus kompleksi, psikoseksüel gelişim dönemleri içerisinde fallik dönemde yer almaktadır. Fallik dönemde aynı zamanda libido ve egonun da oluştuğunu söyleyen Freud’a göre, bir insanın belirleyicisi olarak adlandırılabilecek dönem fallik dönemdir çünkü insanlar bu dönemde Oedipus kompleksini deneyimlemektedir. Bu dönemde ebeveyn çocuğun libidinal enerjisinin nesnesi olur. Böylelikle çocuk cinselliğini başka bir ifadeyle çocuk libidosunu anneye yönlendirirken babaya karşı kıskanç ve duygusal rekabet içerisine girer. Çocuğun babayı kıskanması ve babayla rekabete girmesinin nedeni ise babanın, anneyle uyuyan kişi olmasıdır. Çocuk bu noktada aynı Odeipus’un yaptığı gibi babayı öldürmek ister fakat gelişen ego ile babanın daha güçlü olduğunun farkındadır. Bu farkındalıkla birlikte çocuk aile içerisindeki konumunda kararsızlık yaşar ve kendisinden büyük olan baba tarafından kastrasyon korkusu yaşar. Babası tarafından iğdiş edileceğini düşünen çocukta, kastrasyon anksiyetesinin 3-5 yaşlarında başladığı teoride kanıtlanmıştır ve bunu ‘’Küçük Hans Vakası’’ isimli vaka ile açıklamıştır (Freud, 2010).
Kaynakça
Gürel, E. ve Muter, C. (2007). Psikomitolojik terimler: Psikoloji literatüründe mitolojinin kullanılması. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 537-569.
Freud, S. (2010). Çocukta fobinin analizi. Küçük Hans vakası. İstanbul: Say Yayınları.
Freud, S. (2014). Rüyaların yorumu (Tam metin). İstanbul: Say Yayınları.
Learn More

FOMO
‘’Fear Of Missing Out’’ cümlesinin baş harflerinden oluşan FOMO, Türkçe literatürde ‘’Gelişmeleri Kaçırma Korkusu’’ olarak geçiyor. İlk kez Przybylski tarafından tanımlanmış olan bu kavram, bireyin kendisinin bulunmadığı ortamları içerisinde bulunan diğer kişilerin ödül niteliği taşıyan deneyimler yaşadığına dair duyduğu endişeyi ifade etmek için kullanılıyor (Przybylski, Murayama, DeHaan ve Gladwell, 2013).
FOMO Epidemiyoloji
Dijital dünyanın hayatımıza girmesi ile birlikte gelişen yeni dünya da çeşitli kavramlar ortaya çıkıyor. Günümüzde %92’sinin evden internet erişimi bulunan Türkiye’de de gün geçtikçe bu verinin artacağı düşünülüyor (TÜİK, 2021). FOMO kavramından ilk defa bahsetmiş olan Przybylski’ye göre sosyal medyanın kullanımının bu kadar fazlalaşmasındaki asıl sebebin FOMO olduğunu belirtmiştir. Yaptığı çalışmada FOMO düzeylerinin genç erkeklerde daha fazla olduğunu bildirmiştir (Przybylski ve ark., 2013). Ülkemizde 2017 senesinde yapılan ve FOMO düzeylerinin araştırıldığı başka bir araştırmada ise kadın ve erkeklerin FOMO düzeylerinde herhangi bir farklılaşma görülmediği gözlemlenmiştir (Hoşgör, Koç Tütüncü, Gündüz Hoşgör ve Tandoğan, 2017). Gerçekleştirilen başka bir araştırmada ise internet bağımlılığı ve FOMO arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir (Çınar ve Mutlu, 2019).
FOMO Etiyolojisi
Etiyolojisi hakkında net bir bilgi bulunmayan FOMO, ‘’Kendi Kaderini Tayin Etme Teorisi’’ ile ilişkilendirilebilmektedir. Başka bir ifadeyle insanın üç temel psikolojik ihtiyacı olarak değerlendirilen, özerlik, yeterlilik ve ilgili olma ile açıklanabilmektedir (Veronneau, Koestner ve Abela, 2005). FOMO’nun problemi internet kullanımı ile ilişkili olduğunu gösteren çeşitli araştırmalar yapılmış olup, ülkemizde gerçekleştirilen bir araştırmada FOMO’nun problemli internet kullanımının alt boyutu olabileceği belirtilmiştir (Göksun, 2019). Ayrıca FOMO’nun; problemli akıllı telefon kullanımı (Elhai, Gallinari, Rozgonjuk ve Yang, 2020), sosyal medyadaki içeriğe erişme ve kıyaslama yapma (Gilbert, McEwan, Bellew, Mills ve Gale, 2009) ve anksiyete (Kartol ve Peker, 2020) ile ilişkisi bulunmuştur.
Tanı ve Tedavi
FOMO için DSM-5’te herhangi bir kriter yer almamaktadır. FOMO’nun taraması yapılması için çeşitli ölçekler kullanılmaktadır. Bu ölçekler, Przybylski tarafından geliştirilen, ‘’Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği’’ (Gökler, Aydın, Ünal ve Metintaş, 2016) ve ülkemizde geliştirilmiş olan ‘’Üsküdar Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği’’dir (Geçerlilik, 2017).
Tanımlanmış olarak bir tedavi yöntemi bulunmayan FOMO farklı şekillerde tedavi edilmektedir. İnternet bağımlılığı olan kişilerde BDT’nin etkili olduğu tanımlanmıştır (Young, 2011).
KAYNAKÇA
Çınar, Ç. Y., ve Mutlu, E. (2019). İnternet bağımlılığının benlik saygısı, dikkat, gelişmeleri kaçırma korkusu, yaşam doyumu ve kişilik özellikleri ile ilişkisi. Bağımlılık Dergisi, 20(3), 133-142.
Geçerlilik, Ü. G. K. K. Ö. (2017). Realiability and validity of Uskudar fear of missing out scale. JNBS, 43.
Gökler, M. E., Aydın, R., Ünal, E., ve Metintaş, S. (2016). Sosyal ortamlarda gelişmeleri kaçırma korkusu ölçeğinin Türkçe sürümünün geçerlilik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(1), 52-59.
Göksun, D. O. (2019). Gelişmeleri kaçırma korkusu ve problemli internet kullanımı arasındaki ilişki. Mersin University Journal Of The Faculty Of Education, 15(2), 511-525.
Hoşgör, H., Koç Tütüncü, S., Gündüz Hoşgör, D. ve Tandoğan, Ö. (2017). Üniversite öğrencileri arasında sosyal medyadaki gelişmeleri kaçırma korkusu yaygınlığının farklı değişkenler açısından incelenmesi. International Journal of Academic Value Studies, 3(17), 213-223.
Przybylski, A. K., Murayama, K., DeHaan, C. R., & Gladwell, V. (2013). Motivational, emotional, and behavioral correlates of fear of missing out. Computers in Human Behavior, 29(4), 1841-1848.
TÜİK (2021). Hanehalkı bilişim teknolojileri (BT) kullanım araştırması. (Erişim Tarihi: 15.08.2022). https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Hanehalki-Bilisim-Teknolojileri-(BT)-Kullanim-Arastirmasi-2021-37437
Véronneau, M. H., Koestner, R. F., ve Abela, J. R. (2005). Intrinsic need satisfaction and well–being in children and adolescents: An application of the self–determination theory. Journal of Social and Clinical Psychology, 24(2), 280-292.
Young, K. S. (2011). CBT-IA: The first treatment model for internet addiction. Journal of Cognitive Psychotherapy, 25(4), 304-312.
Learn More

Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Tıp literatüründe travma: insan vücudunun iskelet,deri,kafatası ve benzeri koruyucu elementlerin önleyemediği ani hasar ve insan bünyesinin dışarıdan yardım almadan iyileştiremeyeceği doku hasarları olarak tanımlanır. Psikolojik kökenli travma ise aniden ortaya çıkarak insanın temel korkularını tetikleyen ve sonuçta insan ruhunun duygu,düşünce ve davranış yapısını temelinden sarsan ruhsal yaralanmalardır.Bu tip travmalarda birey için dışardan yardım (psikososyal destek) alınmazsa mevcut durumda değişiklik göstermez.Travma tipleri genel olarak iki kategoride şekilllenmiştir.
1)Doğal Kaynaklı
2)İnsan Kaynaklı
Doğal kaynaklı travmalar ismi üzerinde açıklanacağı gibi bir doğal afet tarafından oluşan örselenmelerdir.Örneğin deprem,sel,çığ,tsunami birer doğal kaynaklı travmadır.
İnsan kaynaklı travmalar çok çeşitli olabileceği gibi genel olarak bireyin geçmişte etkilendiği bir durum ya da olay olarak nitelendirilebilir.Örnek verecek olursak,tecavüz,dayak,savaş,terör,ensest denilebilir.
Peki tüm bunların ışığında travma sonrası stres bozukluğu tanısı almak için hangi ölçütler gereklidir.TSSB(Travma sonrası stres bozukluğu) Amerikan Psikiyatri Birliği DSM-5 e göre 8 kategoride temellendirilmiştir.Bunlar şu şekildedir:
Not: Aşağıdaki tanı ölçütleri, erişkinler, gençler ve altı yaşından büyük çocuklara uygulanır.
A. Aşağıdaki yollardan biriyle (ya da birden çoğuyla), gerçek ya da göz korkutucu bir biçimde ölümle, ağır yaralanmayla karşılaşmış ya da cinsel saldırıya uğramış olma:
1. Doğrudan örseleyici olay(lar) yaşama.
2. Başkalarının başına gelen olay(lar)ı, doğrudan doğruya görme (bunlara tanıklık etme).
3. Bir aile yakınının ya da yakın bir arkadaşının başına örseleyici olay(lar) geldiğini öğrenme. Aile bireyinin ya da arkadaşının gerçek ölümü ya da ölüm olasılığı kaba güçle ya da kaza sonucu olmuş olmalıdır.
4. Örseleyici olay(ların)ın sevimsiz ayrıntılarıyla, yineleyici bir biçimde ya da aşırı bir düzeyde karşı karşıya kalma (örn. insan kalıntılarını toplayan ilk kişiler; çocuk sömürüsünün ayrıntılarıyla yeniden yeniden karşılaşan polis memurları).
Not: Böyle bir karşı karşıya gelme, işle ilgili olmadıkça, elektronik yayın ortamları, televizyon, sinema ya da görseller aracılığıyla olmuş ise A4 tanı ölçütü uygulanmaz.
B. Örseleyici olay(lar)dan sonra başlayan, örseleyici olay(lar)a ilişkin, istem dışı gelen aşağıdaki belirtilerin birinin (ya da daha çoğunun) varlığı:
1. Örseleyici olay(lar)ın yineleyici, istemsiz ve istençdışı gelen, sıkıntı veren anıları.
2. İçeriği ve/ya da duygulanımı örseleyici olay(lar)la ilişkili, yineleyici sıkıntı veren düşler.
3. Kişinin örseleyici olay(lar) yeniden oluyormuş gibi hissettiği ya da davrandığı çözülme (dissosiyasyon) tepkileri (örn. geçmişe dönüşler). (Bu tür tepkiler, belirli bir görülme aralığında ortaya çıkabilirler; en uç biçimi, o sırada çevresinde olup bitenlerin tam olarak ayırdında olmamadır.)
4. Örseleyici olay(lar)ı simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlarla karşılaşınca yoğun ya da uzun süreli bir ruhsal sıkıntı yaşama.
5. Örseleyici olay(lar)ın simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlara karşı fizyolojiyle ilgili belirgin tepkiler gösterme.
C. Aşağıdakilerden birinin ya da her ikisinin birlikte olmasıyla belirli, örseleyici olay(lar)dan sonra ortaya çıkan, örseleyici olay(lar)a ilişkin uyaranlardan sürekli bir biçimde kaçınma:
1. Örseleyici olay(lar)la ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duygulardan kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
2. örseleyici olay(lar)a ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duyguları uyandıran dış anımsatıcılardan (insanlar, yerler, konuşmalar, etkinlikler, nesneler, durumlar) kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha çoğunun) olmasıyla belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasından sonra başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)a ilişkin bilişlerde ve duygu durumda olumsuz değişiklikler olması:
1. örseleyici olay(lar)ın önemli bir yönünü anımsayamama (özellikle unutkanlık çözülmesine [dissosiyatif amnezi] bağlıdır ve baş yaralanması, alkol ya da madde kullanımıma bağlı değildir).
2. Kendisi, başkaları ya da dünya ile ilgili olarak, sürekli ve abartılı olumsuz inanışlar ya da beklentiler (örn. “Ben kötüyüm”, “Kimseye güvenilemez”, “Dünya tümüyle tehlikeli bir yerdir”, “Bütün sinir sistemim kalıcı olarak bozuldu”).
3. Örseleyici olay(ların)ın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili olarak, kişinin kendisini ya da başkalarını suçlamasına yol açan, süreklilik gösteren, çarpık bilişler.
4. Süreklilik gösteren olumsuz duygusal durum (örn. korku, dehşet, öfke, suçluluk ya da utanç)
5. Önemli etkinliklere karşı duyulan ilgide ya da katılımda belirgin azalma.
6. Başkalarından kopma ya da başkalarına yabancılaşma duyguları.
7. Sürekli bir biçimde, olumlu duygular yaşayamama (örn. mutluluğu, doyumu ya da sevgi duygularını yaşayamama).
E. Aşağıdakilerden ikisi (ya da daha çoğu) ile belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasıyla başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)la ilintili, uyarılma ve tepki gösterme biçiminde belirgin değişiklikler olması:
1. İnsanlara ya da nesnelere karşı sözel ya da sözel olmayan saldırganlıkla dışa vurulan, kızgın davranışlar ve öfke patlamaları (bir kışkırtma olmadan ya da çok az bir kışkırtma karşısında).
2. Sakınmaksızın davranma ya da kendine zarar veren davranışlarda bulunma.
3. Her an tetikte olma.
4. Abartılı irkilme tepkisi gösterme.
5. Odaklanma güçlükleri.
6. Uyku bozukluğu (örn. uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük ya da dingin olmayan bir uyku uyuma).
F. Bu bozukluğun süresi (B, C, D ve E tanı ölçütleri) bir aydan daha uzun olmalıdır.
G. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
H. Bu bozukluk, bir maddenin (örn. ilaç, alkol) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
1. Kendine yabancılaşma (depersonalizasyon): Kişinin, zihinsel süreçlerinden ya da vücudundan koptuğu duyumunu yaşadığı, sanki bunlara dışarıdan bir gözlemciymiş gibi baktığı, sürekli ya da yineleyici yaşantılar (örn. sanki bir düş içindeymiş gibi olduğu duyumu; kendisinin ya da vücudunun gerçekdışı olduğu ya da zamanın yavaş aktığı duyumu). Örselenme (Travma) ve Tetikleyici Etkenle (Stresörle) İlişkili Bozukluklar
2. Gerçek dışılık (derealizasyon): Çevredekilerin gerçekdışı olduğuna ilişkin, sürekli ya da yineleyici yaşantılar (örn. kişinin çevresindeki dünya gerçekdışı, düşsel, uzak ya da çarpık olarak yaşanır). (American Psychiatric Association,2013).
Not: Bu alttürün kullanılabilmesi için, çözülme belirtilerinin, bir maddenin (örn. bilinç kararmaları, alkol esrikliği sırasındaki davranışlar) ya da başka bir sağlık durumunun (örn. kompleks parsiyel katılmalar) fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamıyor olması gerekir.
Referanslar:
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5), Diagnostic Criteria Reference Manual, trans. Köroğlu E, Association of Medical Publications, Ankara, 2014.


POLİSLİK VE STRES
Polislik günümüz meslekleri arasında gerek çalışma saatleri gerek de tehlikeli, yoğun çalışma koşulları arasında en çok strese neden olan mesleklerden birisidir. Çalışma saatleri ve çalışma koşullarına ek olarak polisler aile ve ilişki gibi sosyal hayatlarında da birçok sorunla karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle de bu kişilerin birçok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkla karşı karşıya kalması beklenen bir durumdur (Çetinöz, 2021).
Meslek koşulları polislerin sıradan vatandaşlara kıyasla daha fazla stres yaşamasına neden olmaktadır. Örneğin polisin çalışma saatleri dışında yaşanan problemleri çözmeye karşı kendisini görevli hissetmesi ile problemlere karşı bir miktar pasif kalması arasında ayrım yapması oldukça zordur ve bu bir stres yaratmaktadır. Polisler toplumdan izole haldedirler, taşıdıkları üniforma ve silah onları toplumdan ayırmaktadır. Buna ek olarak rozet ve silah taşımak polislerin daha agresif davranışlarda bulunmalarına neden olmaktadır. Ayrıca polisler vardiya usulü çalıştıkları için yemek, uyku, uyanıklık zamanı gibi durumları genelde düzenli değildir ve bu durum da ruhsal ve fiziksel dengede bozulmalara neden olmaktadır. Aynı zamanda çalışma programlarının sürekli değişmesi özel hayatlarında da sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Çünkü sağlam bir aile yapısı, sağlıklı ilişkiler birtakım ritüellerin gerçekleştirilmesine bağlıdır. Polislerin sıkça karşılaştığı bir diğer durum da ani yaşanan strestir. Her şeyin normal ilerlediği bir günde bir anda tehlikeli bir durum ortaya çıkabilmekte ve kişinin buna hazırlı olma şansı olmayabilmektedir. Ayrıca polislerin görevlerini yerine getirirken duygularını kontrol etmeleri gerekmektedir. Kişinin bu şekilde duygularını bastırması büyük bir ruhsal güç harcamalarına neden olmaktadır (Birkök, 2006).
Polislerin stres düzeyi hem bireysel hem de örgütsel nedenlerden dolayı yüksektir. Çoğu polis, stres sonrası tükenmişlik yaşadığını, öfkeli ve saldırganca davranışlar sergilediğini ve bu durumun da aile ve iş hayatı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu dile getirmektedir (Aytaç, 2017).
Peki yaşanan bu yoğun stres polislerin intihar girişiminde bulunmasında etkili midir? Yapılan bir araştırmaya göre polislerin, strese neden olan olaylarla karşı karşıya kaldığı durumlarda iyimser bakış açısıyla olaya yaklaşması ve kendisine güvenmesi; çaresiz ve boyun eğici bakış açısına sahip olmasına ve sosyal desteğe başvurmasına göre daha az intihar olasılığı taşımaktadır (Tosun, 2012).
Kaynakça
Aytaç, S. (2017). Stres kaynakları ve stresin psikolojik semptomlarının öfke kontrolü ile ilişkisi: Polis memurları üzerine bir araştırma. Journal of Social Policy Conferences, 1-27. https://dergipark.org.tr/en/pub/iusskd/issue/33251/370112
Birkök, M. C. (2006). Poliste çatışma ve stres yönetimi. Journal of Human Sciences, 8(1). https://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/view/158
Çetinöz, E. (2021). Bir uzmanlık alanı olarak polis psikolojisi. Güvenlik Çalışmaları Dergisi, 23(1), 106-127. https://dergipark.org.tr/en/pub/gcd/issue/63148/943103
Tosun, D. M. (2012). Türk polisinde strestle başa çıkma tarzları ve intihar olasılıkları arasındaki ilişki. [Yüksek Lisans Tezi]. İstanbul Üniversitesi.
Learn More