Tükenmişlik Nedir? Tükenmişlik Hissiyle Nasıl Baş Edilir?
Tükenmişlik nedir?
İngilizce’de “staff bornout”, “job bornout” olarak bilinen, Türkçe karşılığında ise “tükenmişlik sendromu”, “meslek sendromu” olarak yer alan bu ifade ilk olarak 1974 yılında Freudenberger’in makalesi ile literatüre girmiştir. Bu makalede Freudenberger; gönüllü sağlık çalışanlarını incelemiş ve yorgunluk, işi bırakma durumlarını gözlemlemiştir.
1974’ten bugüne kadar yapılan gözlemler ve araştırmalarla tükenmişlik sendromuna sahip kişilerin; yorgunluk ve bitkinlik hissi, hayal kırıklığı, hatalar yapma, ümitsizlik, negatif ilişkiler sergileme, işe gelmeme, performans düşüklüğü belirtileri gösterdiği belirlenmiştir. Özellikle bireylerin önceleri iç yaşamlarında göstermiş olduğu bazı belirti ve durumların bir süre sonra aile ve iş yaşamına da yansıdığı ortaya çıkmıştır (Maslach ve Jackson, 1981:100).
Tükenmişlik kavramı; duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarıda düşme hissi olarak 3 alt boyutta ele alınmaktadır. Detaylı olarak inceleyecek olursak:
1)Duygusal Tükenme: Kişinin yaptığı iş nedeniyle kendini yorgun, yıpranmış ve endişeli hissetmesidir. Tükenmişliğin en önemli ve içsel belirleyicisidir.
2)Duyarsızlaşma: Kişinin hizmet verdiği bireylere karşın duygudan yoksun, kayıtsız bir tutum sergilemesidir.
3)Kişisel Başarıda Düşme Hissi: Kişinin kendini yetersiz görmesi ve kendini olumsuz değerlendirmesidir. Bu olumsuz değerlendirmede kişi bir işi yaparken ilerleme kaydedemediğini hatta gerilediğini, harcadığı çabanın boşa gittiğini hissedebilir. Kişi de kontrol ve motivasyon kaybı görülmektedir (Sağlam Arı ve Çına Bal, 2008:133)
Tükenmişlik sendromuna bağlı bu belirtiler genellikle; iş yerinde yorucu ve yoğun tempoya maruz kalma, çalışma hayatında yaşanan adaletsizlikler ve mobbingler, kendine vakit ayıramama, plansız ve hedefsiz çalışma, herhangi bir işi yaparken destek görememe ve başarının takdir edilmemesi, çalışmanın karşılığını alamama ve buna bağlı olarak bireysel ihtiyaçları karşılayama gibi durumlarda gözlemlenmektedir.
Tükenmişlik sendromuyla nasıl baş edebiliriz?
Bu süreçte erken müdahale oldukça önemlidir. Tükenmişliğe sebep olan faktörlerin belirlenerek ortadan kaldırılması, erken dönemde semptomların tanınarak hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edilmesi gerekmektedir.
Bu müdahale sürecinde iş yerlerinin ve çevrenin etkisi oldukça büyüktür. İşverenlerin adil ve hoşgörülü bir tutum sergilemesi, çalışana uygun imkanlar sunması; çevrenin ise kişiyi gerektiğinde desteklemesi, takdir etmesi ve yanında olması gerekmektedir.
Birey olarak da bu tükenmişlik ile baş edebilmemiz için; herhangi bir işe başlamadan işin zorluklarını bilmeli ve bunu bilerek hareket etmeli, duygusal ve fiziksel anlamda zorlanıldığında yardım almalı, iş yaşamında veya yoğun yaşam döngüsünde hobilerle ilgilenmeli ve sosyal çevreyle olan ilişkilerimizi güçlendirerek vakit geçirmeli, rutinleri değiştirerek farklılıklar yaratmalı (Örneğin; öğle arasında farklı bir yerde yemek yemek, hafta sonu tatilinde daha önce gidilmeyen bir yere gitmek ve zaman geçirmek gibi), iş esnasında veya iş sonrasında rahatlatıcı molalar vermeli (Örneğin; nefes veya gevşeme egzersizleri yapmak, meditasyona başlamak gibi) kısacası kendimizi düşünmeye ve vakit ayırmaya fırsat vermeliyiz.
Elbette bunlar her zaman kişi için yeterli gelmeyebilir. Özellikle bireysel düzeydeki müdahaleler kimi zaman zorlayıcı görünebilir. Hatta yoğun bir iş temposunda tükenmişlik hissini anlamlandırmak kolay da olmayabilir. Bunun için hem keşfedebileceğimiz hem de üstesinden gelebileceğimiz en iyi yöntem bireysel terapi almaktır.
Sağlıklı günler dileriz.
Kaynakça
Kaçmaz, N. (2011). TÜKENMİŞLİK (BURNOUT) SENDROMU. Journal of Istanbul Faculty of Medicine, 68(1), 29-32.
Arı, G. S., & Bal, E. Ç. (2008). Tükenmişlik Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından Önemi. Yönetim Ve Ekonomi Dergisi, 15(1), 131-148.
Görsel Kaynakçası
Stres Farkındalığı ve Stres Yönetimi
Hayatımız vazgeçilmez bir parçası olan stres kimi zaman bizi harekete geçirmekte kimi zaman da bizi yormakta ve endişelendirmektedir. Strese verdiğimiz tepki kişiden kişiye farklılık göstermekte ve kişilerin bulunduğu koşullara göre değişmektedir. Yoğun ve karmaşık bir yaşam temposu, stresle mücadeleyi zorlaştırmakta ve insanlar için stres dayanılmaz hale gelebilmektedir. Bu bağlamda stres “modern toplumun hastalığı” olarak da ifade edilmektedir. Bu yoğunluk insanın tüm yaşamını etkisi altına alarak özsaygısını ve verimini azaltmaktadır (Özel, Bay Karabulut, 2018) Aşırı strese maruz kalmanın sonucunda oluşan olumsuzluklardan stres farkındalığı ve stres yönetimi ile uzaklaşılabilir. Günlük yaşam için kolaylık ve dayanıklılık katan bu 2 faktör, hem yoğun ve yorucu stresten bizi uzaklaştırmakta hem de stresle yaşamayı öğretmektedir.
Strese verdiğimiz tepki gibi stres yönetimi de kişiden kişiye değişim göstermektedir. Genellikle stresi yorgunluk, halsizlik, sinir ve kas gerginliği; sinirlilik, üzüntü, huzursuzluk, depresif hissetme, cinsel yaşamda değişiklikler ve libido azalması; öfke patlamaları, ağlama krizleri gibi daha birçok fiziksel, psikolojik ve davranışsal belirtilerle gözlemlenmektedir. Kişiyi olumsuz yönde etkileyen stres belirtilerinden kurtulmasını sağlamak ve kişinin yaşam konforunu artırmak için de öncelikle strese dair farkındalık kazandırılmalı, sonrasında stres yönetimine dair beceriler elde edilmelidir.
Stres farkındalığı için stres sahibi bir bireyin ilk olarak strese dair ne düşündüğünü, hangi durumlarda stresli hissettiğini ve bu durumlara ne tepki verdiğini, stres anında kendinde fiziksel/duygusal nasıl bir değişim içinde olduğunu keşfetmesi gerekir. Bu farkındalığın ardından kişiyi baskı altında bırakan ve hayatını zorlaştıran stres durumuyla yüzleştiği bir süreç beklemektedir.
Stres yönetimi; kişinin stres seviyesini en aza indirgediği, olumlu veya olumsuz çaba gösterdiği bir stresle baş etme yöntemidir. Bu yöntemin temel amacı kişinin sahip olduğu belirli bir duygu veya sorun odağında kişinin stresiyle baş etmesini sağlamaktadır. Fiziksel egzersizler, nefes ve gevşeme egzersizleri, uyku düzeni, dengeli ve sağlıklı beslenme stres yönetiminde kullanılan genel uygulamalardandır. Bununla birlikte ihtiyaca göre değişen ve önerilen; planlı olma, hobi edinme, öz şefkat egzersizleri, kendine zaman ayırma, “hayır” diyebilme, ertelememe, dinlenme, mükemmeliyetçi olmama gibi pek çok uygulama da stres seviyesini en aza indiren stres yönetimi becerilerini kapsamaktadır.
Kaynakça
Özel, Y., & Bay Karabulut, A. (2018). Günlük Yaşam ve Stres Yönetimi. Türkiye Sağlık Bilimleri Ve Araştırmaları Dergisi, 1(1), 48-56.
Kaba, İ. (2019). STRES, RUH SAĞLIĞI VE STRES YÖNETİMİ: GÜNCEL BİR GÖZDEN GEÇİRME. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi(73), 63-81.
Görsel Kaynakçası
Geleceğin Yapı Taşı: Çocuklukta Aile Sevgisi
Aile, temel davranış özelliklerinin kazanıldığı ve üyelerinin birbirleriyle ilişki kurmayı öğrendiği yerdir. İnsanoğlu ilk sosyal deneyimlerini aile içinde yaşar. Bireyin yaşamının ilk yıllarında sevilme, okşanma, kucağa alınma, beslenme ve korunma gibi gereksinimleri yeterince ve zamanında karşılanır ise, “temel güven duygusu” nun oluşumu için temel atılır. (Tezel, 2004).
İnsanların genel bakış açısı yaşanılanlara bağlı olarak değişmektedir. Örneğin ailesi tarafından yeterince sevilmemiş, duygusal ihtiyaçları karşılanmamış, ilgi görmemiş çocuklar için ileride iki uç nokta vardır. Bu çocuklar ya aşırı sevgiyi arar (ki bulduğunu düşündüğünde de bulduğu sevginin gerçekliğinden, samimiyetinden, iyiliğinden şüphe duyarlar) ya da kendini tamamen sevgiye kapatır bu konuda kendine duvar örerler. Ancak çevresinin ya da ailesinin istediği tarzda bir çocuk olursa sevileceğini, siyah civcivler arasında sarı civciv olursa sevilmeyeceğini düşünür. Hayatını da buna göre yaşayıp şekillendirir. Odak noktaları hep çevredir. Bu görüşü destekleyen bir deney de yapılmıştır. Aile sevgisiyle büyümüş ve bu sevgiyi görmemiş çocukların tepkilerini ölçmek için önlerine oyuncak konulmuştur. Aile sevgisiyle büyüyen çocukların odağı oyuncaklar ve onunla yapabileceği şekillerken aile sevgisinden mahrum kalmış çocukların ilgisi oyuncaklar değil tamamen çevresidir. Çünkü o çocukların önceliği oyuncaklar değil mahrum bırakıldığı ilgi ve sevgidir. (Alınak, 2021) Bir başka örnek de ailesi tarafından aşırı ilgi ve sevgi görmüş, her şeyi ailesi tarafından yapılmış çocuklar üzerinden verilebilir. Bu tarz çocuklarda da görülmesi muhtemel en belirgin davranışlar doyumsuzluk ve sorumsuzluk olabilmektedir. Kendi sorumluluğunda olan işlerin bile ailesi tarafından yapıldığını gören çocuk, ileriki zamanlarda hem sorumluluklarını bilmeyecek hem de başkalarıyla olan iletişimlerinde her zaman ailesinden gördüğü sevgiyi ya da çok daha fazlasını isteyen tarafta olacaktır. Yapılması gereken asıl şey çocuğa sevgiyi bir koşul olmadan vermekten başka bir şey değildir. ‘’Şunu yaparsan seni daha çok severim’’ yerine ‘’Biz seni bunları yapsan da yapamasan seviyoruz, seni sen olduğun için kabul ediyoruz.’’ diyebilmektir aslında mesele. Bu davranış çocukların kendine güvenen, sevmeye ve sevilmeye açık, kendileri gibi olmaktan çekinmeyen, özverisi yüksek, elalem ne der korkusuyla yaşamayan bireyler olarak yetişmesini sağlamaktadır. Aynı zamanda mesele çocuklara bir sürü oyuncak alıp önüne koymak değil bir oyuncak dahi olsa o oyuncağı çocukla birlikte oynarken başını okşayıp, ona karşı olan sevgiyi, değeri başını okşayarak onunla vakit geçirerek göstermektir. Bu sevgiyi ona göstermekten çekinmemektir.
Kısaca insanları geçimsiz yapan sevgisizliktir. Şifa aslında sevgide saklıdır. Dostoyevski’nin de dediği gibi ‘’İnsan, en çok severken insandır.’’ Ve sevgi, ruhun güzelliğidir…
Yazar: Psk. Dan. ve Reh. Öğr. Ceren Eroğlu
Kaynakça
Alınak, N.(Yönetmen). Sevgisiz Büyüyen Çocuklara Ne Olur? (Belgesel). Youtube.
Resim: 17.12.2020 https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/siyah-ve-beyaz-eller-palmiyeler-cocuk-6211446/
Tezel, A. (2011). Aile içi iletişim. Journal of Human Sciences, 8(1).
Learn MoreMUNCHAUSEN SENDROMU
Munchausen Sendromu ismini, Karl Friedrich von Munchausen isimli onsekizinci yüzyılda yaşamış, anlattığı abartılı öykülerle tanınan bir bilim adamından almıştır (Perry,2021; Altıntaş ve ark.,2016). Munchausen Sendromu, çoğunlukla kadınlarda görülürken erkeklerde nadir bulunan bir sendromdur (Perry,2021). Manchausen Sendromuna sahip insanlar; çevresinden ve sağlık çalışanlarından destek, ilgi görmek için kendilerini hasta etmeye çalışırlar (Perry,2021; Altındaş ve ark.,2016).
Literatürde bu sendroma örnek gösterilebilecek birçok olgu bulunmaktadır.(Perry,2021; Akgündüz ve ark.,2018; Altındaş ve ark.,2016). Bu kişiler inandırıcı semptomlar oluşturmak adına ; birçok gereksiz, acı verici tıbbi girişimlerin yapılmasına veya ameliyata tabi tutulmak isteyebilir, bir bulgu çıkmamasına rağmen defalarca hastane hastane dolaşabilir, vücutlarında enfeksiyon oluşturmak adına serum hortumlarına dışkı bulaştırabilirler (Perry,2021; Akgündüz ve ark.,2018).
Munchausen Sendromu’na sahip anneler başkalarından aynı ilgiyi ve sempatiyi almak için çocuklarını da hasta etmeye veya sorunlu göstermeye çalışarak çocuk istismarına başvurabilir (Perry,2021). Örnek bir vakada anneye göre çocuk, sürekli evden kaçan kendini arabaların önüne atan balkondan intihar etmeye kalkan zapt edilmesi zor biridir. Anne bu nedenle sağlık çalışanlarına sık sık başvurur ve çocuğunun davranış sorunlarının olduğunu söyler. Uzun süren terapiler, antidepresan ilaçlarından sonra çocuğun annenin dediği gibi davranış sorunlarının olmadığı anlaşılır. Anne de Munchausen Sendromu olduğu ve çocuğunu iki kere ölüme sürüklediği anlaşılır (Perry,2021).
Başka bir örnek vakada (Uytun ve ark.,2015) ise anne, bir aylık çocuğunun 15 gündür ishal olduğu gerekçesiyle hastaneye başvurur. Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra çocuğun durumu normal olarak değerlendirilir. Önceki kayıtları incelendiğinde ishal ve kusma şikayetleri ile 16 kez hastaneye başvurulduğu ve başvuruların hiçbirinde bir patoloji saptanmadığı görülür. Manchausen Sendromu şüphesiyle psikiyatri polikliniğine konsülte (tanı/tedavinin şekillenip oturabilmesi için, başka bir uzmanın görüşünü almak, danışmak) edilir. Ancak hastanın genel durumunun iyi olması üzerine taburcu edilir. Anne bir buçuk ay sonra bebeğin makatından kan gelmesi şikayetiyle başvurur ancak hastanın odasında kırık civalı termometre bulunur. Anne, makattan ateş ölçmeye çalıştığını belirtir. Ancak bebeğin anal bölgesinde erozyon saptanır. Bu durum sosyal hizmetlere bildirilir. İki ay sonra anne, bebeğin kulağından kan gelmesi şikayetiyle başvurur. Sadece dış kulak yolundan kanlı akıntı geldiği tespit edilir. Servis odasına yatırıldıktan sonra hastanın odasında çivi olduğu tespit edilir. Bu durum polislere bildirilir ve munchausen sendromu açısından gerekli işlemler yapılır.
Munchausen Sendromu tanısı için Meadow (1977) tarafından 4 kriter önerilmektedir; 1. Hastalık ebeveyn veya aile bireylerinden biri tarafından yapay olarak oluşturulmuş olmalı, 2. Çocuk, sıklıkla doktora götürülür ve ebeveyn çocuğun hastalığının nedenini inkar eder, 3. Hastalık, ebeveynden ayrıldığı zaman kaybolur, 4. Bunu yapan ebeveynin hasta rolü üstlenmeye veya başka bir dikkat çeken davranışa ihtiyacı olduğu düşünülerek böyle davrandığı kabul edilmektedir (akt.Uytun ve ark.,2015).
Bu bozukluğun nedeni hakkında maalesef çok fazla bilgi bulunmadığı için teşhisi de zor olmaktadır (Perry,2021). Bu nedenle özellikle sağlık çalışanlarının bu konuda bilgilendirilmesi ve takibi yapılması oldukça önemlidir.
Yazar:Psk.Dan.Öğr. Bengi Su Düzgün
Kaynakça
Akgündüz, E. , Kaya, K. , Kalaoğlu, E. , Bulut, F. D. Ve Hilal, A. (2018). Munchausen by proxy sendromu; Bir olgu sunumu . Ahi Evran Medical Journal, 2(1),16-18.
Altıntaş E. , Özşahin A. K.(2016). Munchausen hemoptizi: Nadir görülen bir yapay bozukluk . Turkish Journal of Family Medicine and Primary Care, 10(3), 175-178.
Perry, B. ve Szalavıtz, M. (2021). Annem yalan söylüyor. Annem beni incitiyor. Lütfen polisi arayın. Ü. Özkan (Ed.) ve B. Haktanı (Çev.). Köpek gibi büyütülmüş çocuk. (32. baskı, s. 273-286) içinde. Koridor Yayıncılık, (Orijinal eserin yayın tarihi 2007).
Uytun, S., Çıkılı Uytun, M. , Altuner Torun, Y. , Ergül, A.B. Ve Altınel Açoğlu, E. (2015). Munchausen by Proxy Sendromu: Olgu Sunumu. Güncel Pediatri, 13(1), 60-62 .
Learn MoreBEDEN DİSMORFİ BOZUKLUĞU
İlk olarak 1891 yılında Morselli tarafından “dismorfofobi” olarak adlandırılan bu hastalık, kişinin kendisini kusurlu, çirkin, çelimsiz, asimetrik ya da utanç verici olarak görmesidir (Karamustafalıoğlu, 2000).
Beden dismorfi bozukluğu yaşayan hastalar, kadın erkek fark etmeksizin yüz bölgesi ağırlıklı olmakla birlikte saç, kas, cinsel organ ya da vücutlarındaki herhangi bir noktaya odaklanırlar. Ayna karşısında saatlerce vakit geçirir, ciltlerini yolma, makyaj yapma, kendilerini diğer insanlarla kıyaslama içerisinde olma gibi birçok takıntılı davranış sergilerler (Karamustafalıoğlu, 2000).
Kusur olarak gördükleri özellikleri değiştirmek amacıyla cildiye, plastik cerrahi gibi psikiyatri dışında birimlere başvurdukları için toplum içerisindeki BDB görülme sıklığı saptanamamaktadır. Depresyon, takıntı veya anksiyete şikayeti ile uzmanlardan destek alan kişiler ise utanma duygusundan kaynaklı hastalık belirtilerini gizleyerek tanı koyulmasını güçleştirmiş olurlar (Aslan, 2000).
Yaşadıkları estetik kaygılar sebebi ile çoğu kez obsesif kompulsif bozukluğu olarak tanımlanmış olsa da dismorfide içgörüye neredeyse hiç yer yoktur (Karamustafalıoğlu, 2000). Dismorfi sahibi kişilerin zihinlerine utanç duyma, düşük benlik algısı hakimdir (Aslan, 2000).
Olumsuz beden algısı ile yakından ilişkili olan anoreksiyayı dismorfiden ayırdığımız nokta ise anoreksiya hastaları aynalardan kaçarken BDB hastaları ayna karşısında saatlerce kusursuz olmak için vakit harcarlar. Öyle ki trafikte aynaya bakma isteklerinden dolayı kaza yapma noktasına gelirler (Aslan, 2000).
Beden dismorfi bozukluğu yaşayan hastalar kendi “çirkinliklerini” örtmeye çalıştıkça anksiyetelerinin artmasına sebep olurlar. Zamanla sosyal çevrelerinden uzaklaşır, kalabalık ortamlara girmeyi reddeder, evlenmekten kaçınırlar. Kariyerlerinde başarısız olarak işlerini ya da okulu bırakırlar (Karamustafalıoğlu, 2000).
Hastaların ortak özelliklerinden biri birinci derece yakınlarının sahip olduğu psikolojik rahatsızlardır. Başta duygu durum bozukluğu olmakla birlikte majör depresyon, madde bağımlılığı gibi rahatsızlıklara sahip olabiliyor yakınları (Aslan, 2000).
Ayrıca gelişen teknoloji sayesinde kullanılan uygulamalardaki çeşitli filtrelere maruz kalan gençlerde 2017’deki bir araştırmaya göre %55’inde fotoğraftaki kendilerine benzemek için estetik operasyon geçirmek istediği görülmüştür. Bu oranın zamanla artış gösterdiği düşünülmektedir (İnan, 2019).
Beden dismorfi bozukluğu için birçok yönteme başvurulabilir. Psikodinamik, farmaterapi, bilişsel davranışçı terapilerinden olumlu yanıtlar alındığı gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra plasebo ile de olumlu sonuçlar alınan çalışmalar mevcuttur (Aslan, 2000).
REFERANSLAR
Aslan, S.H. (2000). Beden Dismorfik Bozukluğu: Bir gözden geçirme. Düşünen Adam, 13 (13), 33-41.
İnan, S.(2019), Kulak Burun Boğaz Hastalıklarında Temel Yaklaşım ve Yönetim, Akademisyen Yayıncılık.
Karamustafalıoğlu, O. Karamustafalıoğlu, N. (2000). Beden dismorfik bozukluğu. Düşünen adam dergisi, 13(2), 107-109.
Erişim Tarihi: 02.10.2023 https://www.freepik.com/free-vector/low-self-esteem-illustration_10841267.htm#query=dismorfi&position=39&from_view=search&track=ais
Learn MoreÖzerklik Ve Sosyal İlişki
Kişilik gelişimini açıklayan psikolojik kuramlar, geleneksel olarak bağımsızlığın, özerkliğin, başarının, kendine yeterliliğin, kendini geliştirmenin, özgürlük ve bireysel kimlik esasları gibi konulara ağırlık vermektedir (Kağıtçıbaşı, 1996). Burada ele alınan konular, bir insanın hem karakterini oluşturmada yapı taşı konumunu görmekte hem de karakter gelişiminde olası davranış biçimlerini öngörmek için gerekli başlıkları oluşturmaktadır. Hatta bu varılan sonuçlara ek olarak başka bir çalışmada özerkliğin sosyal hayatın bile önüne geçildiği sonucu saptanmıştır; ‘Sağlıklı bir psikolojik gelişim için, bireysel özerk benlik oluşumunun, sosyal ilişkilerden daha önemli olduğu öngörülmektedir’(Guisinger ve Blatt, 1994; akt. Kağıtçıbaşı, 1996, s.36). Diğer bir yandan da ‘sosyal ilişkide bağlantı kurma, diğer insanların sevgi ve saygısını kazanma ihtiyacı temel bir gereksinim olarak kabul edilmektedir. Bu konu Özerklik Teorisinde incelenmiş ve ilişkililik (relatedness) ya da sosyal ilişki kurma gereksinimi olarak tanımlanmıştır’ (Ünal Karagüven, Karaman Ekşioğlu ve Gül, 2020, s. 366). Ryan ve Deci’nin (2000; 2017; 2019) araştırmasında ise, insanın sosyal yaşantısında üç temel gereksinimi karşılamaya çalıştığı ve bunlar karşılandığında psikolojik iyi oluş yani sağlıklı psikoloji ve mentalite seviyesine ulaşıldığı söylenir bu üç temel gereksinimler; ‘özerklik (autonomy), yeterlik (competence) ve sosyal ilişki (ilişkili olma) (relatedness) olarak belirtilir’ (Akt. Ünal Karagüven, Karaman Ekşioğlu ve Gül, 2020, s.369) Bu iki çalışmanın da ortak olarak çıkarılması gereken sonuç sosyal yaşımın yani insanlarla kurulan sosyal bağların her insanda mutlaka görülen temel bir gereksinim olduğu ve bu ihtiyaç karşılanmadığında normal bir hayat sürülemeyeceğidir. Bu sonuca ek olarak çıkarılması gereken bir başka sonuç ise nasıl ki sosyal ilişki kurmak bir temel ihtiyaç olarak bahsedilmekteyse aynı zamanda özerk bir birey olarak kimseden etkilenmeden yada kimsenin etkisi altında kalmadan karar verme mekanizmasını kullanarak kendi yolunu seçmesi de temel bir ihtiyaçtır ama toplumda genel bir yargı olarak özerklik sağlanıldığında toplumdan kopup kendini sosyal ilişki içeren her şeyden soyutlayarak özerklik sağlanıldığı yargısı hakim. Daha detaylandırıp bunu bir çalışma ile sunmak gerekirse toplum özerkliği, ayrışma- bireyselleşme süreci olarak düşünür. Yani toplumdan, sosyal çevreden bağımsızlık ve ayrışma sağlanmadığı koşullarda özerkliğin sağlanılamayacağı anlamını çıkartır (Kağıtçıbaşı, 1996). Sağlıklı bir psikolojiye sahip olmak için hem özerkliğe hem de sosyal ilişkiye ihtiyaç duyulmaktadır lakin psikolojik kuramsallaştırmaya göre, özerklik ve sosyal ilişki asla yan yana anılmayacak terimler olarak karşı karşıya konumlandırılmış gibi yorumlanmaktadır. Bir insan hem sosyal açıdan yeterli bir seviyede ilişki kurarken aynı yeterlilik seviyesinde çevresinden etkilenmeden, kendi kararlarını bağımsız bir şekilde vererek özerkliğini de sağlayabilir (Kağıtçıbaşı, 1996).
Yazar: Psk. Öğr. Behiçe YARARLI
Kaynakça
Guisinger, S. ve Blatt S. J. (1994). Individuality and relatedness: Evolution of a fundamental dialectic. American Psychologist. 49. 104-111
Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). Özerk-kişisel benlik: yeni bir sentez. Türk Psikoloji Dergisi, 11(37), 36-43.
Ryan, R. M. ve Deci, E. L. (2000). Self-determination theory and the facilitation of intrinsic motivation, social development, and well-being. American Psychologist, 55(1), 68-78.
Ryan,R. M. ve Deci, E. L. (2017). Self-determination theory: Basic psychological needs in motivation, development, and wellness. New York: Guilford Publishing.
Ryan, R. M. ve Deci, E. L. (2019). Supporting autonomy, competence, and relatedness: The coaching process from a self-determination theory perspective. In S. English, J. M. Sabatine, ve P. Brownell (Eds.), Professional coaching: Principles and practice (pp. 231–245). aSpringer Publishing Company.
Ünal Karagüven, M. H., Karaman Ekşioğlu, M. ve Gül, Ç. (2020). Özerklik teorisi ve Sosyal İlişki Gereksinimi Ölçeğinin Türkçeye adaptasyonu. IBAD Journal of Social Sciences, (6), 366-377. doi: 10.21733/ibad.656251
Görsel Kaynak: Erişim Tarihi: 28.09.2023 https://unsplash.com/photos/cAtzHUz7Z8g
Learn MoreToplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
TDK’de (2022) cinsiyet; ”Bireye üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği; eşey, cinslik, seks.” olarak açıklanmaktadır. Cinsiyet doğuştan gelen bir kavram iken toplumsal cinsiyet eşitsizliği toplumsal değerlerle şekil almaktadır (Coşkun,2019). Yani toplumsal cinsiyeti oluşturan toplumlar ve kültürlerdir. Çocuk doğar doğmaz, aile ve toplum tarafından toplumsal cinsiyete göre yetiştirilmeye başlanır. Doğacak bebeğin cinsiyeti belirlendiği andan itibaren, bebeğe alınacaklar da cinsiyetine göre belirlenmeye başlanır. (Saraç, 2013). Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınlar daha az sağlıklı, daha düşük eğitimli, daha az işgücüne katılan, daha az gelir getiren işlerde çalışan pozisyondadır (Demirgöz Bal, 2014). Ataerkil toplumlarda cinsiyet eşitsizliği daha da ön plana çıkmaktadır.
Toplumsal cinsiyeti içselleştirmemiz aslında çocukluğumuza dayanmaktadır. Örneğin masallarda prenses hep bir yere hapsedilir, uyutulur. Prensi gelene kadar oradan çıkamaz. Yani kurtulmak için prensin kahramanlığına ihtiyacı vardır. Sıradan çocuk masalı olarak görünse de altında çok derin mesajlar vardır aslında. Temelden gelen bir diğer olay da kız çocuklarının baskılandığı kadar erkek çocuklarının yüceltilmesidir. ”Sen kızsın yapamazsın.” ”Kadın kahkaha atar mıymış?” ”O ne öyle kız gibi.” ”Bu saatte kadın kısmı dışarı mı çıkar?” ”Kadınlığını bil!” gibi tabirlere kadınları sürekli maruz bıraktıktan sonra onlardan her şeyi kusursuz yapmalarını beklemek birbiriyle fazlasıyla çelişen durumlar olacaktır. Kadınların erkeklerden daha fazla konuşmasının sebebi de budur. Erkekler toplumda kadınlara nazaran daha çabuk kabul görmekte ve sosyal gücü arkasında daha fazla hissetmektedir. Kadınlar kolay kabul görmediğinden dolayı kendini daha net ifade edebilmek ve toplumun onayını alabilmek için erkeklere kıyasla konuşurken daha fazla kelime kullanmaktadır. (Johnson, 2020). Ülkemizde, ataerkil toplumsal değerler; çocuk ve yaşlı bakımı ile ev işlerinin çoğunu kadına yüklemeyi teşvik etmekte, kadının ev dışında çalışmasına yönelik olumsuz tutumu ise kuvvetlendirmektedir. (Selçuk ve Erdem Tuzlukaya, 2013). Öyle ki toplumca algılanan şudur; kadın ev hanımıdır, erkek ise çalışandır. Fakat durum böyle değildir. Kadının görevi olarak görünen çoğu şeyin ucu aslında erkeğe de dokunmaktadır. Kadının fıtratında köle olmak yoktur ya da kadının tek kariyeri annelik değildir. Aynı zamanda kadın ve erkeğin eşit konuma getirilmesi fıtrata ters de değildir.
Erkek yaşadığında gururla anlatılan şeyleri kadın yaşadığında yüz kızartıcı bir olay olarak gördüğümüz sürece toplumsal cinsiyet bizim için aşılması en zor konulardan birisi olacaktır. Edep kelimesinin kadın bedeni üzerinden yürümediği ve bir şeyleri ”kız gibi” ya da ”erkek gibi” değil de ”insan gibi” yaptığımız yarınlara…
Yazar: Psk. Dan. ve Reh. Öğr. Ceren Eroğlu
Kaynakça
Coşkun, A. (2019). Eğitimde cinsiyet eşitsizliğinin gelir üzerine etkisi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum Teknik Üniversitesi.
Demirgöz Bal, M. (2014). Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine genel bakış. Kadın Sağlığı Hemşireliği Dergisi, 1(1), 15-28.
Johnson, Z. (Yönetmen). 100 Humans (Belgesel). Netflix.
Saraç, S. (2013). Çalışma yaşamı ve kadın. L. Gültekin, G. Gül, C. Ertung ve A. Şimşek (Ed.), Toplumsal cinsiyet ve yansımaları. (s. 27- 32) içinde. Atılım Üniversitesi Yayınları.
Selçuk, F.Ü. ve Erdem Tuzlukaya, Ş. (2013). Toplumsal cinsiyet. L. Gültekin, G. Gül, C. Ertung ve A. Şimşek (Ed.), Toplumsal cinsiyet ve yansımaları, (s.4-17) içinde. Atılım Üniversitesi Yayınları.
TDK. (2022). ‘’Cinsiyet nedir?’’. Türk Dil Kurumu Sözlükleri. https://sozluk.gov.tr/ adresinden 27.08.2023 tarihinde alınmıştır.
Resim: https://www.freepik.com/free-vector/concept-woman-man-paygap-gender-inequality-work-place_10108725.htm#query=inequality&position=4&from_view=search&track=sph
Learn MoreUyku Bozukluğu : İnsomnia Disorder
Uyku bozuklukları kişilerin genellikle uyku ile ilgili olan sorunlarıdır. Her insanın uyku düzeni ve uyku süresi zaman zaman bozulabilir veya değişkenlik gösterebilir. Bu durumlar kişinin uyku bozukluğuna sahip olduğunu göstermez. DSM-5 de uyku bozuklukları 16 kategoride açıklanmıştır (APA, 2013). Bu uyku bozukluklarından en yaygın olan uyku bozukluğu İnsomnia olarak bilinmektedir (Akt. Keskin ve Tamam, 2018). Bu yazımızda insomniayı ele alacağız.
İnsomnia bireyin uyku ortamında tüm koşulların olmasına karşılık bireyin uykuya dalmada ve uykuyu devam ettirmekte zorluk çekmesi durumu olarak bilinmektedir. Birey uykuya dalmakta zorluk çektiğini ve uykusunun sürekli bölündüğünü sonrasında da uyumakta güçlük çektiğini söyler. Bu uykusuzluk gün içerisinde bireyin işlevsel bozukluklar yaşamasına ve sıkıntılara sebep olur. Eğer birey yeterli uyku uyuyamadığını söylüyor ve işlevsellikte herhangi bir sıkıntı yoksa bu uyku bozukluğundan söz edilemez. Bu hastalıktan bahsedebilmemiz için uykusuzluk süresinin en az 3 ay boyunca sürmesi ve haftada en az 3 kere gerçekleşmesi gerekir (APA,2013). ICD-10 ise haftada en az 3 kez gerçekleşen uykusuzluk durumunun bir ay boyunca sürmesini insomnia tanısı için yeterli olarak görmektedir (Öztürk ve Uluşahin, 2020)
Uykusuzluk problemi yaşayan bireyin tedavisinde hemen ilaç kullanılmaması gerekir zira Uyku Hijyeni ilkelerinin uygulanması istenmelidir. Eğer başka bir uyku bozukluğu eşlik etmiyorsa Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ilaçlara oranla daha etkili olduğu gösterilmiştir (Sutton, 2014).
Uyku Hijyen İlkeleri;
1-Tam anlamıyla uyku gelmeden yatağa girmemek.
2-Evcil hayvanları yatak odasına almamak.
3-Yatak odasında saatin göz önünde olmaması.
4-Yatak odasının çok sıcak olmaması.
5-Geceleri herhangi bir nedenle geç yatılması durumunda bile vaktinde kalkarak günlük yaşama devam etmek, gündüz uyumamak.
6-Uyarıcı etkileri nedeniyle saat 16.00’dan sonra kafein ve sigara tüketimine dikkat etmek.
7- Yatak odasını uyku ve cinsel ilişki dışında kalan eylemler için kullanmamak.
8- Akşam ağır yemekler yememek.
9-Yatağa girdikten sonra 15-20 dakika içinde uykuya dalınmaz ise, rahatlatıcı fazla hareket gerektirmeyen bir uğraşıda bulunmak ve heyecan verici TV programlarından ya da kitaplardan kaçınmak. (Sutton, 2014).
Kaliteli bir uyku için uyku bozukluklarında ilaç kullanımı yapılabilir ancak kullanılacak olan ilacın alışkanlık yapmaması, Hızlı ve kısa sürede etki edebilmesi, günlük olaylardan sizi alıkoymaması ve ilaç kullanımını bitirdiğiniz zaman uykusuzluk süresini arttırmaması gibi özellikler aranır lakin bütün bu özelliklere sahip bir uyku ilacı yok sayılabilir.(Akt. Keskin ve Tamam, 2018)
Yazar: Psk. Öğr. Furkan Kula
Referanslar:
Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM – V). (E. Köroğlu, çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Keskin N. ve Tamam L. (2018). Uyku Bozuklukları: Sınıflama ve Tedavi. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 27(2), 243-244.
Öztürk, M.O ve Uluşahin, N.A (2020), Ruh sağlığı ve bozuklukları (16.baskı): Ankara Yayınevi.
Sutton, E. L. (2014) Psychiatric Disorders and Sleep Issues, Medical Clinics of North America, 98(5), 1123–1143. doi: 10.1016/j.mcna.2014.06.009.
Erişim Tarihi: 12.09.2023 https://unsplash.com/photos/3sn9MUlx2ZE?utm_source=unsplash&utm_medium=referral&utm_content=credit
Learn MoreDuygusal Zekanın Gelişimi
Duygusal zeka kavramı Daniel Goleman’ın 1995 yılında yazdığı ‘Duygusal Zekâ Neden IQ’dan Daha Önemlidir?’ kitabı sayesinde geniş kitlelere ulaşmıştır. Peki günümüzde birçok kişinin bahsettiği ve yeni dünya becerileri arasında da adını sıklıkla duyduğumuz duygusal zeka tam olarak nedir?
Duygusal zeka; kişinin duygularının farkında olmasını, duygularını yönetebilmesini, diğer kişilerin duygularını fark edebilmesini, sosyal ilişkileri başarıyla yürütebilmesini ve kişinin kendisini motive edebilmesini sağlar.
Duygusal zeka çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişmektedir. Bunlar arasında en önemlileri yaş, aile ortamı ve cinsiyettir. Duygusal zekanın gelişimi bebeklikten itibaren başlar. Bebekler çeşitli yaş dönemlerinde çeşitli duyguları algılamaya başlarlar ve 2 yaşına geldiklerinde kendi olumlu ve olumsuz duygularını ifade edebilir hale gelirler. Bu nedenle kişinin duygularla ilgili ilk örnekleri aile ortamında öğrendiğini söyleyebiliriz. Ve aileler bazen kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken onlara duygular hakkında farklı şekillerde yaklaşmaktadırlar. Örneğin kız çocuklarına daha çok duygu yüklü ifadeler kullanırlarken erkek çocuklarının ise duygularını ifade etmesi için pek fazla teşvikte bulunmazlar (Tuğrul, 1999).
Çocuklarına demokratik davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanı, otoriter ve ilgisiz davranışlar sergileyen ebeveynlerin çocuklarının duygusal zeka puanlarından daha yüksektir. Sonuç olarak; ebeveyn ile çocuk arasında kurulan sıcak ve güvene dayalı ilişki sayesinde çocuk ilerleyen yaşlarında kendisini nasıl göreceğini, başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini, hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve başkalarının duygularını nasıl okuyup ifade edeceğini öğrenmiş olur (Erdoğdu, 2008).
Duygusal zeka ile bağlanma stillerinin incelendiği bir araştırmada ise; ebeveynine güvenli bağlanan çocukların duygusal zeka puanları, güvensiz bağlananlara göre daha yüksektir (Görünmez, 2006). Bağlanma stilleri kişinin iş, aile ve aşk hayatlarında oldukça etkili olan ve birçok araştırmacı tarafından dikkat çeken bir konudur. Bu nedenle duygusal zeka ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkiye yönelik bu bulguyu lider/yönetici seçimi, mesleki motivasyon ve iş tatmini gibi bireysel ve sosyal açılardan kişi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir.
Kaynakça
Tuğrul, C. (1999). Duygusal zeka. Klinik Psikiyatri, 1, 12-20.
Erdoğdu, M. Y. (2008). Duygusal zekanın bazı değişkenler açısından incelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7(23), 62-76 . https://dergipark.org.tr/en/pub/esosder/issue/6137/82335
Görünmez, M. (2006). Bağlanma stilleri ve duygusal zeka yetenekleri. (Doktora Tezi). Proquest Tez Yayıncılığı.
Learn MoreOedipus Kompleksi
Psikolojinin babası olarak sayılan Freud tarafından ortaya atılan ‘’Oedipus Kompleksi’’nin kökeni Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Yunan mitolojisinde yer alan Laios’un oğlu olan Oedipus, kısaca, farkında olmadan babasını öldürüp annesi ile evlenir (Gürel ve Muter, 2007). Freud, Sophocles tarafından yazılan ‘’Odeious Rex’’ isimli oyunu gördükten sonra Oedipus terimini kullanmaya başlamış ve 1897 senesinde yazdığı bir mektupta babasına duyduğu kıskançlıktan ve annesine duyduğu sürekli sevgiden bahsetmiştir. Babasına duyduğu kıskançlığın ve annesine karşı duyduğu sevginin kendisi için evrensel nitelikte bir olay olduğunu da yazdığı mektupta belirtmiştir. 1899 senesinde yayımlanan Düşlerin Yorumu isimli kitabında ilk kez Oedipus kavramını kullanan Freud, mektupta da belirttiği gibi ödipal arzunun doğuştan gelen, evrensel bir şey olduğunu ve bilinçdışı suçluluğu yarattığını ifade ediyor (Frued, 2014).
Klasik Psikanalitik Kuram ele alındığında Oedipus kompleksi, psikoseksüel gelişim dönemleri içerisinde fallik dönemde yer almaktadır. Fallik dönemde aynı zamanda libido ve egonun da oluştuğunu söyleyen Freud’a göre, bir insanın belirleyicisi olarak adlandırılabilecek dönem fallik dönemdir çünkü insanlar bu dönemde Oedipus kompleksini deneyimlemektedir. Bu dönemde ebeveyn çocuğun libidinal enerjisinin nesnesi olur. Böylelikle çocuk cinselliğini başka bir ifadeyle çocuk libidosunu anneye yönlendirirken babaya karşı kıskanç ve duygusal rekabet içerisine girer. Çocuğun babayı kıskanması ve babayla rekabete girmesinin nedeni ise babanın, anneyle uyuyan kişi olmasıdır. Çocuk bu noktada aynı Odeipus’un yaptığı gibi babayı öldürmek ister fakat gelişen ego ile babanın daha güçlü olduğunun farkındadır. Bu farkındalıkla birlikte çocuk aile içerisindeki konumunda kararsızlık yaşar ve kendisinden büyük olan baba tarafından kastrasyon korkusu yaşar. Babası tarafından iğdiş edileceğini düşünen çocukta, kastrasyon anksiyetesinin 3-5 yaşlarında başladığı teoride kanıtlanmıştır ve bunu ‘’Küçük Hans Vakası’’ isimli vaka ile açıklamıştır (Freud, 2010).
Kaynakça
Gürel, E. ve Muter, C. (2007). Psikomitolojik terimler: Psikoloji literatüründe mitolojinin kullanılması. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 537-569.
Freud, S. (2010). Çocukta fobinin analizi. Küçük Hans vakası. İstanbul: Say Yayınları.
Freud, S. (2014). Rüyaların yorumu (Tam metin). İstanbul: Say Yayınları.
Learn More