Oedipus Kompleksi
Psikolojinin babası olarak sayılan Freud tarafından ortaya atılan ‘’Oedipus Kompleksi’’nin kökeni Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Yunan mitolojisinde yer alan Laios’un oğlu olan Oedipus, kısaca, farkında olmadan babasını öldürüp annesi ile evlenir (Gürel ve Muter, 2007). Freud, Sophocles tarafından yazılan ‘’Odeious Rex’’ isimli oyunu gördükten sonra Oedipus terimini kullanmaya başlamış ve 1897 senesinde yazdığı bir mektupta babasına duyduğu kıskançlıktan ve annesine duyduğu sürekli sevgiden bahsetmiştir. Babasına duyduğu kıskançlığın ve annesine karşı duyduğu sevginin kendisi için evrensel nitelikte bir olay olduğunu da yazdığı mektupta belirtmiştir. 1899 senesinde yayımlanan Düşlerin Yorumu isimli kitabında ilk kez Oedipus kavramını kullanan Freud, mektupta da belirttiği gibi ödipal arzunun doğuştan gelen, evrensel bir şey olduğunu ve bilinçdışı suçluluğu yarattığını ifade ediyor (Frued, 2014).
Klasik Psikanalitik Kuram ele alındığında Oedipus kompleksi, psikoseksüel gelişim dönemleri içerisinde fallik dönemde yer almaktadır. Fallik dönemde aynı zamanda libido ve egonun da oluştuğunu söyleyen Freud’a göre, bir insanın belirleyicisi olarak adlandırılabilecek dönem fallik dönemdir çünkü insanlar bu dönemde Oedipus kompleksini deneyimlemektedir. Bu dönemde ebeveyn çocuğun libidinal enerjisinin nesnesi olur. Böylelikle çocuk cinselliğini başka bir ifadeyle çocuk libidosunu anneye yönlendirirken babaya karşı kıskanç ve duygusal rekabet içerisine girer. Çocuğun babayı kıskanması ve babayla rekabete girmesinin nedeni ise babanın, anneyle uyuyan kişi olmasıdır. Çocuk bu noktada aynı Odeipus’un yaptığı gibi babayı öldürmek ister fakat gelişen ego ile babanın daha güçlü olduğunun farkındadır. Bu farkındalıkla birlikte çocuk aile içerisindeki konumunda kararsızlık yaşar ve kendisinden büyük olan baba tarafından kastrasyon korkusu yaşar. Babası tarafından iğdiş edileceğini düşünen çocukta, kastrasyon anksiyetesinin 3-5 yaşlarında başladığı teoride kanıtlanmıştır ve bunu ‘’Küçük Hans Vakası’’ isimli vaka ile açıklamıştır (Freud, 2010).
Kaynakça
Gürel, E. ve Muter, C. (2007). Psikomitolojik terimler: Psikoloji literatüründe mitolojinin kullanılması. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 537-569.
Freud, S. (2010). Çocukta fobinin analizi. Küçük Hans vakası. İstanbul: Say Yayınları.
Freud, S. (2014). Rüyaların yorumu (Tam metin). İstanbul: Say Yayınları.
Learn MoreFOMO
‘’Fear Of Missing Out’’ cümlesinin baş harflerinden oluşan FOMO, Türkçe literatürde ‘’Gelişmeleri Kaçırma Korkusu’’ olarak geçiyor. İlk kez Przybylski tarafından tanımlanmış olan bu kavram, bireyin kendisinin bulunmadığı ortamları içerisinde bulunan diğer kişilerin ödül niteliği taşıyan deneyimler yaşadığına dair duyduğu endişeyi ifade etmek için kullanılıyor (Przybylski, Murayama, DeHaan ve Gladwell, 2013).
FOMO Epidemiyoloji
Dijital dünyanın hayatımıza girmesi ile birlikte gelişen yeni dünya da çeşitli kavramlar ortaya çıkıyor. Günümüzde %92’sinin evden internet erişimi bulunan Türkiye’de de gün geçtikçe bu verinin artacağı düşünülüyor (TÜİK, 2021). FOMO kavramından ilk defa bahsetmiş olan Przybylski’ye göre sosyal medyanın kullanımının bu kadar fazlalaşmasındaki asıl sebebin FOMO olduğunu belirtmiştir. Yaptığı çalışmada FOMO düzeylerinin genç erkeklerde daha fazla olduğunu bildirmiştir (Przybylski ve ark., 2013). Ülkemizde 2017 senesinde yapılan ve FOMO düzeylerinin araştırıldığı başka bir araştırmada ise kadın ve erkeklerin FOMO düzeylerinde herhangi bir farklılaşma görülmediği gözlemlenmiştir (Hoşgör, Koç Tütüncü, Gündüz Hoşgör ve Tandoğan, 2017). Gerçekleştirilen başka bir araştırmada ise internet bağımlılığı ve FOMO arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir (Çınar ve Mutlu, 2019).
FOMO Etiyolojisi
Etiyolojisi hakkında net bir bilgi bulunmayan FOMO, ‘’Kendi Kaderini Tayin Etme Teorisi’’ ile ilişkilendirilebilmektedir. Başka bir ifadeyle insanın üç temel psikolojik ihtiyacı olarak değerlendirilen, özerlik, yeterlilik ve ilgili olma ile açıklanabilmektedir (Veronneau, Koestner ve Abela, 2005). FOMO’nun problemi internet kullanımı ile ilişkili olduğunu gösteren çeşitli araştırmalar yapılmış olup, ülkemizde gerçekleştirilen bir araştırmada FOMO’nun problemli internet kullanımının alt boyutu olabileceği belirtilmiştir (Göksun, 2019). Ayrıca FOMO’nun; problemli akıllı telefon kullanımı (Elhai, Gallinari, Rozgonjuk ve Yang, 2020), sosyal medyadaki içeriğe erişme ve kıyaslama yapma (Gilbert, McEwan, Bellew, Mills ve Gale, 2009) ve anksiyete (Kartol ve Peker, 2020) ile ilişkisi bulunmuştur.
Tanı ve Tedavi
FOMO için DSM-5’te herhangi bir kriter yer almamaktadır. FOMO’nun taraması yapılması için çeşitli ölçekler kullanılmaktadır. Bu ölçekler, Przybylski tarafından geliştirilen, ‘’Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği’’ (Gökler, Aydın, Ünal ve Metintaş, 2016) ve ülkemizde geliştirilmiş olan ‘’Üsküdar Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği’’dir (Geçerlilik, 2017).
Tanımlanmış olarak bir tedavi yöntemi bulunmayan FOMO farklı şekillerde tedavi edilmektedir. İnternet bağımlılığı olan kişilerde BDT’nin etkili olduğu tanımlanmıştır (Young, 2011).
KAYNAKÇA
Çınar, Ç. Y., ve Mutlu, E. (2019). İnternet bağımlılığının benlik saygısı, dikkat, gelişmeleri kaçırma korkusu, yaşam doyumu ve kişilik özellikleri ile ilişkisi. Bağımlılık Dergisi, 20(3), 133-142.
Geçerlilik, Ü. G. K. K. Ö. (2017). Realiability and validity of Uskudar fear of missing out scale. JNBS, 43.
Gökler, M. E., Aydın, R., Ünal, E., ve Metintaş, S. (2016). Sosyal ortamlarda gelişmeleri kaçırma korkusu ölçeğinin Türkçe sürümünün geçerlilik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 17(1), 52-59.
Göksun, D. O. (2019). Gelişmeleri kaçırma korkusu ve problemli internet kullanımı arasındaki ilişki. Mersin University Journal Of The Faculty Of Education, 15(2), 511-525.
Hoşgör, H., Koç Tütüncü, S., Gündüz Hoşgör, D. ve Tandoğan, Ö. (2017). Üniversite öğrencileri arasında sosyal medyadaki gelişmeleri kaçırma korkusu yaygınlığının farklı değişkenler açısından incelenmesi. International Journal of Academic Value Studies, 3(17), 213-223.
Przybylski, A. K., Murayama, K., DeHaan, C. R., & Gladwell, V. (2013). Motivational, emotional, and behavioral correlates of fear of missing out. Computers in Human Behavior, 29(4), 1841-1848.
TÜİK (2021). Hanehalkı bilişim teknolojileri (BT) kullanım araştırması. (Erişim Tarihi: 15.08.2022). https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Hanehalki-Bilisim-Teknolojileri-(BT)-Kullanim-Arastirmasi-2021-37437
Véronneau, M. H., Koestner, R. F., ve Abela, J. R. (2005). Intrinsic need satisfaction and well–being in children and adolescents: An application of the self–determination theory. Journal of Social and Clinical Psychology, 24(2), 280-292.
Young, K. S. (2011). CBT-IA: The first treatment model for internet addiction. Journal of Cognitive Psychotherapy, 25(4), 304-312.
Learn MoreMükemmeliyetçilik
Mükemmeliyetçilik ile ilgili araştırmaların 20.yüzyıl sonlarına doğru başladığı belirtilmiş olmasına rağmen (akt., Tuncer ve Voltan Acar, 2006), mükemmeliyetçilik kavramının psikanalitik kuramdan köklerini aldığı biliniyor. Freud, mükemmeliyetçiliği süperegonun, en iyi şekilde başarı istemesine ve yapılan işlerde en iyi olmak istemesi olarak tanımlamıştır. Adler ise mükemmeliyetçiliğin doğuştan geldiğini ve bunun olağan bir şey olduğunu söylemiştir. Adler aynı zamanda mükemmeliyetçiliği bireyi iyi yönde etkileyen ve bireyi kötü yönde etkileyen olmak üzere ikiye ayırmıştır. Bireyi iyi yönde etkileyen yani sağlıklı mükemmeliyetçiler, ulaşabilecekleri hedeflere sahiptirler. Bireyi kötü yönde etkileyen yani sağlıksız mükemmeliyetçilerin, gerçekdışı hedefleri olduğunu eleştirilmekten rahatsız olduklarını, düzenli ve tertipli olmaya çok özen gösterdiklerini ve onaylanma istekleri olduğunu dile getirmiştir. Horney, mükemmeliyetçiliği bireyin bir şeyleri yanlış yapmamak için yapılması gereken işleri ertelemek olarak tanımlamıştır (akt. Gökkaya, 2016).
Daha birçok kuramcı tarafından tanımlanan mükemmeliyetçilik, nasıl ortaya çıkıyorun üzerinde çalışan birçok farklı araştırmacı vardır. Bu farklı araştırmacıların çoğu ortaya çıkışın temelinin yaşamın ilk dönemlerinde atıldığı ve ailenin mükemmeliyetçi ve talepkar olması ile ilişkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu araştırmalarda oldukça yüksek standartlara sahip olunduğu ve bu standartlar ile aynı seviyeye ulaşmak için oldukça fazla çabaladıkları görülmektedir. Bu fazla çabanın sebebi ise hatanın kabul edilemez oluşu ile ilişkilidir. Bu süreçte de yüksek standartlara ulaşmanın neredeyse imkansız olması ile özdeğer duygusu kazanımını sekteye uğratır (Shcherbakova, 2001). Bu bağlamda bireyin kişisel yaşantısındaki işleri sekteye uğratabilecek olan mükemmeliyetçilik için bir uzman desteği almanız gerekebilir.
Kaynakça
Gökkaya, M. (2016). Bir grup üniversite öğrencisinde sosyal kaygı, depresyon ve anne baba tutumları ile mükemmeliyetçilik eğilimleri ve üniversiteye uyum arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi (Yüksek Lisans Tezi). Işık Üniversitesi, İstanbul.
Tuncer, B. & Voltan-acar, N. (2006). Kaygı düzeyleri farklı üniversite hazırlık sınıfı öğrencilerinin mükemmeliyetçilik özelliklerinin incelenmesi . Kriz Dergisi , 14 (2) , 1-15
Shcherbakova, J. (2001), Moderating effects of self-efficacy on the relationship between perfectionism and depression among college student, Unpublished Doctorate Thesis, Mississippi State University, Mississippi State, Mississippi
Learn MorePika
Herhangi bir besin değeri olmayan ya da besin olarak değerlendirilemeyen maddelerin düzenli ve aşırı düzeyde yenilmesi ile ilerleyen yeme bozukluğuna pika adı verilmektedir. Bu bozukluğun pika ismini alması ise Latince’de saksağan kuşunu tanımlamak için kullanılan pika sözcüğünden gelmektedir. Pik yani saksağan kuşu, bozuklukta olduğu gibi çeşitli besin olarak kabul edilmeyen gıdaları tüketmektedir. MÖ 400 senesinde Hipokrat tarafından ilk defa tanımlanmış olan pika (akt. Kaçar ve Hocaoğlu, 2019), çeşitli fizyolojik ya da psikiyatrik bozukluklara bağlı olarak, sosyokültürel yapı etkisinde ya da geleneksel tıp tedavilerine bağlı oluşabilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda pikanın ekonomik düzeyi düşük olan ülkelerde ve hamile kadınlarda genellikle göz aradı edilmektedir (Rose, Porcerelli ve Neale, 2000).
John Trevisa’nın 1200’lü senelerde ilk defa yazılı olarak belirtmiş ve bu bağlamda metal, toprak vb. gibi çeşitli maddelerin yendiğini ifade etmiştir. Daha sonralarında Symphorien Champier pikadan bahsetmiş ve en sonunda 1563 senesinde Oxford İngilizce Sözlüğü’nde yer almıştır (Parry-Jones ve Parry-Jones, 1992). Pikanın psikoloji ile ilişkisi ise 19. yüzyıl sonlarında Copland ve Gull tarafından aktarılmıştır. Pika ve psikolojinin ilişkilendirildiği bu yıllarda diğer yeme bozukluklarında (anoreksia ve bulumia nervoza) pika da ortaya çıkan davranışlar gözlemlenmiştir (Woywodt ve Kiss 2002).
Pikanın ortaya çıkma nedeninin kişinin fizyolojisi ve psikolojisi ile ilişkili olduğu düşünülüyor. Kesin olarak pikayı ortaya çıkartan etmenin ne olduğu belirtilemiyor olsa da, bazı hastalıklardan, besinlerin yetersizliğinden, içinde bulunulan psikolojik durumdan ve sosyo-kültürel etmenlerden kaynaklanabilmektedir. Görülme sıklığı ile ilgili tam bir bilgi edilemeyen pikanın geniş bir yayılım gösterdiği bilinmektedir (Walker, Walker, Sookaria ve Cannan, 1997). Pikada çeşitli temizlik malzemeleri, toprak, saç, çiğ et, kağıt, tebeşir vb. maddelerin yenildiği görülmektedir. Bu sebeple risk düzeyi yüksektir. Bazı vakaların ölümle sonuçlandığı dahi gözlemlenmiştir (Kutalek ve ark., 2010).
Pikanın tedavi yöntemi, hastalığın ortaya çıkmasına neden olan fizyolojik ve psikolojik etmenlerin saptanması ile şekillenmektedir. Besin yetersizliği ile ilgili ise buna uygun destek preparatları ile bir tedavi seçilmeli ve uygulanmalıdır (Parry-Jones ve Parry-Jones, 1992). Fakat pika psikolojik bir neden çerçevesinde ortaya çıkıyorsa psikoterapi ve farmakolojik tedavinin aynı anda yürütülmesi gerekmektedir (Kamal, Thompson ve Paquette, 1999).
KAYNAKÇA
Kaçar, M. ve Hocaoğlu, Ç. (2019). Pika, geri çıkarma bozukluğu nedir? Tanı ve tedavi yaklaşımları. Klinik Psikiyatri Dergisi, 25(2), 347-354.
Kamal, I., Thompson, J. ve Paquette, D.M. (1999). The hazards of vinyl glove ingestion in the mentally retarded patient with pica: new implications for surgical managment. Canadian Journal of Surgery 42(3), 201-204.
Kutalek, R., Wewalka, G., Gundacker, C., Auer, H., Jeff, W., Haluza, D., Huhulescu, S. Hillier, S. Sager, M. ve Prinz, A. (2010). Grophagy and potential health implications: geohelminths, microbes and heavy metals. Transactions of the Toyal Society of Tropical Medicine and Hygiene, 104(12), 787-795.
Parry – Jones, B. ve Parry – Jones,W.L. (1992). Pica: symptom or eating disorder? A historical assessment. The British Journal of Psychiatry, 160(3), 341-354.
Rose, E.A., Porcerelli, J.H. ve Neale, A.V. (2000). Pica: common but commonly missed. The Journal of the American Board of Family Practice, 13(5), 353-358.
Walker, A.R., Walker, B.F., Sookaria, F.I. ve Cannan, R.J. (1997). Pica. Journal of the Royal Society of Health, 117(5), 280-284.
Woywodt, A. ve Kiss A. (2002). Geophagia: the history of earth-eating. Journal of the Royal Society of Medicine, 9(5), 143-146.
Learn MoreAlice Harikalar Diyarında Sendromu
Alice Harikalar Diyarında Sendromu, Lewis Carroll’un yazdığı Alice Harikalar Diyarında adlı kitaptan esinlenilerek ortaya çıkmıştır. Alice Harikalar Diyarında Sendromunda, kişilerin beden algısının çarptırıldığı, çevrelerinde olan nesneleri ya da kendi beden parçalarını farklı algılamalarına sebep olduğu biliniyor. Nörolojik bir durum olarak değerlendirilen bu sendromda, zaman algısında, dokunmada ve işitmede problemler yaşanabilir. Bireyler bu durumda nesneleri olduğundan küçükmüş gibi algılayabilir (mikropsi) ya da eşyaları olduğundan büyük görebilir (makropsi). Bunun dışında eşyaları normalde olduğundan daha uzakta (teleopsi) ya da nesneleri kendine çok yakın olarak göreme (pelopsia) deneyimleri yaşayabilirler. İşitsel halüsinasyonlar da sendromun bir parçası olarak yer alıyor. Algıdaki bu değişimler, tuhaf müziklerin ya da seslerin duyulmasına neden olabiliyor. Caro Lipmann tarafından ilk defa tanımlanan bu sendromun semptomları arasında; teleopsi, pelopsia, mikropsi, makropsi, yanılsamalar, nesnelere dair algıda değişiklik, işitsel halüsinasyon, baş dönmeleri, ajitasyon ve bireyin kendi bedenine dair algılarında değişikliklerin olması sayılabilir (Uğurlu, 2021).
Sendromun nedenleri olarak; beyindeki kan dolaşımı sorunları, temporal lob epilepsisi, psikoaktif ilaç kullanımı, beyin tümörü, migren ağrıları ve ebsstein barr virüs enfeksiyonu sıralanabilmektedir. Hastalığı ilk tanımlayanlardan birisi olan John Todd’dan dolayı Todd Sendromu olarak da adlandırılan sendromu yaşayan kişilerin, vücut parçalarını veya bazı nesnelerinin boyutlarında bozulmalar (metamorfopsi) yaşadığı ve bu semptomlarla migren arasında güçlü bağlantılar olduğu ileri sürülüyor. Henüz kesin bir tedavi yöntemi olmasa da semptomlara bağlı tedavisinin gerçekleştirildiği biliniyor (Akçay, 2020).
KAYNAKÇA
Akçay G. (2020). Alice’in Harikalar Diyarındaki Nörolojik Bozukluklar. Erişim tarihi: 04.07.2022, https://www.hayatvepsikoloji.com/alice-harikalar-diyari-nda-sendromu-nedir
Uğurlu, Ü. (2021). Alice Harikalar Diyarında Sendromu: Bir Lewis Carroll Kurgusunun Gerçek Oluşu! Erişim tarihi: 04.07.2022, Alice Harikalar Diyarında Sendromu: Bir Lewis Carroll Kurgusunun Gerçek Oluşu! – Evrim Ağacı (evrimagaci.org)
Learn MoreAşkın Gözü Gerçekten Kör Mü?
Dünyaya geldiği andan beri ikili ilişkiler içerisinde yer alan insanlar, hayatlarının her döneminde çeşitli ikili ilişkiler aramaktadır. Bu ikili ilişkiler “yakın ilişkiler” ve “aşk” başlığı altında incelenebilir. Her iki başlık altında da kişinin kendisi dışında var olması gereken “başka” bir kişiden söz ediliyor (Rotenberg, Shewchuk ve Kimberley, 2001). Günümüzde giderek kavramsallaştırılan aşk kelimesinin psikoloji ile bağlantısını yakından tanıyabilmek için bu yazıda ikili ilişkilerden aşk başlığı incelenecektir.
Aşk, romantik ilişki olarak da ifade edilebilen bir kavram olup, toplum içerisinde farklı farklı yerlere konumlandırılabilmektedir. Genel olarak incelendiğinde aşkın, bireylerin hayatında farklı işlevlere sahip olduğu gözlemlenmektedir (Strenberg, 1999). Aşk’ı bir kavram olarak inceleyeceğimiz noktada kesin bir tanım sunmak mümkün değildir. Aşkın kültürden kültüre ve insandan insana tanımı değişmektedir. Karmaşık bir yapı içerisinde olan aşkı her araştırmacı kendi bakış açısı çerçevesinde değerlendirip tanımlamıştır. Mesela Freud aşkı, “cinselliğin bir yüceltmesi” (Freud, 2017) şeklinde tanımlarken Fromm (2020) aşkın, sorumluluk, saygı, ilgi ve anlayış kavramları ile ilişkili olduğunu belirtmiştir. Bunun dışında Harlow, Maslow ve Tennov’da aşkı tanımlayan araştırmacılar arasında yer almaktadır. Kernberg’te aşkı inceleyen araştırmacıların arasında yer alarak, aşkın normalliğini ve patolojisini incelemiştir (Kernberg, 1995). Literatür incelendiğinde karşımıza çıkan ve dikkat çeken ilk şey aşk kavramı ile ilgili henüz net bir tanımlamanın olmamasıdır. Bunun yanı sıra araştırmacılar tarafından aşkın tanımlanmasının zor olduğunu belirtmeleri de literatürde yerini almaktadır. Yine literatüre bakıldığında aşkla ilgili çeşitli kuramlar olduğu görülmektedir fakat bu derleme çalışmasında aşkın nöropsikoloji açısından açıklanması hedeflenmektedir.
Literatür incelendiğinde Semir Zeki ve ekibi tarafından 2000 senesinde gerçekleştirilen bir çalışma sonucunda aşık olduğunu belirten 17 çift üniversite öğrencisini alınarak beyin görüntülenmesi yapılmıştır. Aşık oldukları kişilere ve yakın arkadaşlarının fotoğraflarına bakan kişilerin beyin aktivitesi incelenmiş ve elde edilen sonuçlarda aşık olduklarını belirttikleri kişilerin fotoğraflarına bakan kişilerin beyin bölgelerinde farklı yerlerin aktive olduğu görülmüş ve bu sonuçların cinsiyet fark etmeksizin bütün bireylerde görüldüğü gözlemlenmiştir. Özellikle korteksin, striatum’un bazı parçalarının ve nükleus akkumbens adı verilen bölgelerin aktive olduğu belirtilmiştir. Bu sayılan bölgelerin bütününün, beyindeki ödül sistemini oluşturan ana parçalarını oluşturduğu ve uyarılan bu bölgenin mutluluk ve öfori hali yarattığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu sözü edilen beyin bölgelerinin, ödül, bağımlılık ve arzu ile ilişkilendirilen nörotransmiterleri içeren bölgeler olduğu belirtilmiş ve dopamin salgılandığı gözlemlenmiştir (Bartels ve Zeki, 2000). Dopaminin artması ile serotoninin azaldığı sonucu gözlemlenmiştir. Serotonin düşününün aşkta olduğu gibi obsesif-kompulsif bozukluğu olan hastalarda da aynı seviyelerde seyrettiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bağlamda aşık olunulan ilk dönemlerde bir tür obsesyon ortaya çıkmakta ve insanların ilk başta partnerlerinden başka hiçbir şey düşünemez hala gelmesini sağlamaktadır. Bunun dışında hipotalamustan salgılanan oksitosin ve vazopressin hormonu da aşık olunduğunda salgılanmaktadır. Oksitosin hormonunu, bir çeşit bağlanma hormonu olarak bilinmekte olup, partnerinize sarılma isteğini uyandıran ve sarılmaya doyamama duygusunu aktif eden bir hormon olarak bilinmektedir. Bütün bunların dışında frontal, parietal ve orta temporal korteks bölgelerininin de çeşitli bölgeleri aktive olmaktadır. Frontal kortekste çevremizde olan diğer bireyleri değerlendirebilir ve eleştirebiliriz. Başka bir ifadeyle olanları daha objektif olarak görmemizi sağlayan bir bölge olarak bilinir. Prefrontal köteksin ve parietal korteksin ve temporal korteksin bazı parçalı ile insanlara daha objektif bir şekilde bakabilmemizi sağlar. Romantik ilişkilerde ise bu kısımlar aktive olarak romantik ilişkide bulunduğumuz kişiyi değerlendirme şeklimizi etkiler. Bu sebeple de karşımızdaki kişinin negatif özelliklerini görmezden geliriz. Eleştirel kısmı etkileyen aşk ile gözümüzün önünde olanları değerlendiremeyip karşımızdaki partneri kusursuz olarak görürüz. Bu sebeple de “aşkın gözü kördür” şeklinde bir atasözümüz bulunmaktadır. Kişi bu eleştirel bölgeyi sadece aşık olduğu kişiye karşı kaybetmektedir onun dışında diğer insanlara karşı eleştirel düşünmeye devam eder (akt. Öktem Tanör, 2013).
KAYNAKÇA
Bartles, A. ve Zeki, S. (2000). The neural basis of romantic love. Neuroreport, 11(17), 3829-3834.
Freud, S. (2017). Aşkın psikolojisi. (A. C. İdemen, Çev.). İzmir: Cem Yayınevi.
Fromm, E. (2020). Sevme sanatı. (I. Gündüz, Çev.). İstanbul: Say Yayınları.
Kernberg, O.F. (1995). Love relations Normality and Pathology. New Haven, Yale University Press.
Öktem Tanör, Ö. (2013). Aşkın nöral temelleri. Erişim Tarihi: 18.07.2022, https://noropsikoloji.org/askin-noral-temelleri/
Rotenberg, K.J., Shewchuk, V.A. ve Kimberley T. (2001). Loneliness sex romantic jealousy and powerlessness. Journal of Social and Personal Relationships, 18(1), 55-79.
Strenberg, R.J. (1999). Cupid’s Arrow: The courseof love through time. UK, Cambridge University Press.
Learn MoreSosyal Fobi
DSM-5’ de sosyal fobi, kişinin gözlemlendiği durumlarda veya sosyal durumlarda kaygı ve korku duyması olarak tanımlanmıştır (APA, 2013). Sosyal fobisi olan insanlar sosyal çevrelerde olumsuz değerlendirilmekten korkarlar ve bu yüzden kızarma, terleme gibi bazı fiziksel tepkiler gösterirler (Dilbaz, 1997). Sosyal fobinin oluşmasında etkili olan faktörlere bakıldığı zaman karşımıza öncelikle biyolojik etkenler çıkmaktadır. Yapılan bir araştırmada aileden birinin sosyal fobisinin olmasının, sosyal fobinin görülme sıklığını arttırdığı sonucuna varılmıştır. Psikolojik etkenlere bakıldığı zaman ise bireyin ebeveynlerinin sıkı ve kontrolcü bir tutum ve sergilemesi sonucunda bireyde sosyal fobi gözlemlenmiştir. Yanlış inançlarda sosyal fobiyi etkileyen etkenlerden biridir. Sosyal bir ortamda yapılan bir hareket karşısında alınan tepki bireyin inançlarını etkileyerek, kaygı duymasına neden olmaktadır (Ülkü, 2017). Freud’a göre sosyal fobi ego savunma düzeneklerinden yer değiştirmeyle oluşur. Bilinçdışındaki endişenin bir obje ya da nesne ile yer değiştirmesidir. Freud fobileri küçük Hans vakasıyla açıklamaktadır (akt. Bayramkaya, 2009). Rapee ve Heimberg (1997), bilişsel davranışçı kuramlarında sosyal fobiye sahip olan kişilerin diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirileceğine ilişkin bir inancı olduğunu ve bireyin bunu dışarıdan gelen bir tehdit olarak algıladığını söylerler.
Sosyal fobi ile ilgili yapılan literatür araştırmasında, cinsiyet açısından değişip değişmediğiyle ilgili belirli bir bulgu olmasa da yapılan bir çalışmada, kadınlarda daha çok görüldüğü, fakat klinik çalışmalarda daha fazla erkek bireye rastlanıldığı bulunmuştur (Dilbaz, 1997).
Kaynakça
American Psychological Association, (2013). DSM-5 tanı ölçütleri başvuru elkitabı. (çev., Köroğlu, E.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Bayramkaya, E. (2009). Sosyal fobi belirtileri, yetişkin bağlanma boyutları ve kişilerarası ilişki biçimleri arasındaki ilişkiler (Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Dilbaz, N. (1997). Sosyal fobi. Psikiyatri Dünyası, 1 (1), 18-24.
Rapee, R. M., and Heimberg, R. G. (1997). A cognivite – behavioral model of anxiety in social phobia. Behaviour Research and Therapy, 35 (8), 741-756.
Ülkü, H. (2017) Gençlerde sosyal görünüş kaygısı ile sosyal anksiyete arasındaki ilişkinin toplumsal cinsiyet bağlamında incelenmesi (Yüksek Lisans Tezi). Üsküdar Üniversitesi, İstanbul.
Learn MoreALEKSİTİMİ
Aleksitimi sözcüğünün kökeni Yunanca’ya dayanmaktadır. Yunanca’dan dilimize “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevirilmiştir (Dereboy, 1990). Psikosomatik kuramcılar tarafından ortaya atılan aleksitimi başlarda, fizyolojik bir neden dayanmayan psikolojik belirtilerin açıklanması amacıyla kullanılmıştır (Blanchar, Arena ve Pallmayer, 1981). Fakat ilerleyen zamanlarda aleksitiminin sadece psikosomatik durumlara özgü olmadığı, sağlıklı bireylerde de sıkça görüldüğü gözlemlenmiştir. İlk defa 1972 yılında Sifneos bir konferansta bu tür duygusal durumları anlatmak için aleksitimi sözcüğünü kullanmıştır (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
En basit şekli ile duyguların fark edilmesi, tanınması, ayırt edilmesi ve ifade edilmesinde güçlükler yaşanması şeklinde tanımlanabilmektedir (Koçak, 2003). Taylor (1984) ve Sifoneos’a (1998) göre aleksitimi bir hastalık değil, kişilikle ilgili bir bileşendir. Psikoloji literatürüne Sifoneas tarafından katılan bu kavram, düşlem ve fantezi dünyasındaki kısıtlılık, duygusal ve fizyolojik tepkileri ayırt etmede yetersizlik, düşünceleri fark etmede zorluklar ve duyguların ifade edilmesinde, duyguların tanımlanmasında güçlükler şeklinde tanımlanabilir (Sifoneos, 1996). Aleksitimik hastalarla ilerletilen psikoterapilerin, klinisyenler için genellikle zorlayıcı olduğu görülmüştür (Ogrodniczuk, Piper, Joyce ve Abbass, 2009).
Yapılan araştırmalarla aleksitiminin psikolojik sıkıntıların aksine kişilik özelliği olduğu ile ilgili bulgular bulunmuştur. (Salminen, Saarijarvi, Aairela ve Tamminen, 1994). Tanısal olarak hala belirli bir tanımlaması bulunmayan aleksitiminin, tedavi sürecinin nasıl işleyeceği de tartışmalar arasında yer alıyor. Farmakolojik tedaviden psikoterapiye uzanan geniş tedavi skalası bulunan aleksitiminin grup terapisi ve BDT ile tedavi edilebilir (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
KAYNAKÇA
Blanchard, B.E ., Arena,J.G. ve Pallmeyer, J.P. (1981). Psychosometrik Properties Of a Scale to Measure Alexithymia. Psychother Psychosom, 35, 67-71.
Dereboy, Y.F (1990). Aleksitimi öz bildirim ölçeklerinin psikometrik özellikleri üzerine bir çalışma. Ankara: H.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi.
Koçak, R. (2003). Üniversite öğrencilerinde aleksitimi ve yalnızlığın bazı değişkenler açısından karşılaştırılması ve aralarındaki ilişkinin incelenmesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 11 (19), 15-24.
Ogrodniczuk JS, Piper WE, Joyce AS ve Abbass AA. (2009). Alexithymia and treatment preferences among psychiatric outpatients. Psychother Psychosom, 78:383-384.
Sifneos, P. E. (1996). Alexithymia: past and present. Am JPsychiatry, 153:137-142.
Şaşıoğlu, M., Gülol, Ç. ve Tosun, A. (2014). Aleksitimi: tedavi girişimleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1): 22-31.
Learn MoreALDATMA
Taranan literatürde aldatmanın farklı faktörler ele alınarak çeşitli kuramcılar tarafından farklı şekillerde tanımlandığı görülmektedir. Thompson (1982) aldatmayı basit bir şekilde cinsel, duygusal ve her iki tipin de birlikte görüldüğü aldatma şekilleri olarak 3’e ayırmaktadır. Humprey (1987) çok faktörlü bir sınıflandırma kullanarak kuramında; aldatmanın süresini, aldatan kişinin kurduğu yeni ilişkinin duygusallık seviyesini, aldatılmanın içerdiği cinsel içerik miktarını, aldatmanın gizli ya da açık oluşunu, cinsel yönelim ve her iki tarafında aldatıyor oluşunu ele almaktadır. Lawson ve Samson (1988) aldatmayı 3 farklı gruba ayırmıştır. İlk grupta paralel aldatma, sadakatsizliğin her iki eş tarafından uygulanıp biliniyor olmasını içermektedir. İkinci gruptaki geleneksel aldatma, sadakatsizliğin eşlerden biri tarafından bilinmemesi ve onaylanmamasını içermektedir. Son grupta rekreasyonel aldatma, sadakatsizliğin karşılıklı anlaşmaya dayalı oluşunu içermektedir. Levine (2005) göre aldatma 4 farklı grupta incelenmelidir. İlk grup aşk ile başlayan aldatmanın daha sonra cinsel bir boyut sürecine girmesi olarak tanımlanmaktadır. İkinci grup duygusal bağ olmadan yalnızca cinsel birlikteliği içermektedir. Üçüncü grup bireyin daha iyi bir eşi bulana kadar geçici olarak başka biriyle idare etme süresini kapsamaktadır. Son grup ise hayali partneri içerir. Burada hayali partner ile telefon seksi ve/ve ya internet seksi yapılmaktadır. Subotnik (2007) de Levine’nin kuramına katılarak aldatmayı 4 grupta incelemiştir. İlk grup tek gecelik ilişkileri, ikinci grup duygusal bağın az görüldüğü kaçamak ilişkileri, üçüncü grup sadece duygusal bağın olduğu ilişkileri ve son grup ise kişinin duygularında kararsız kaldığı uzun süreli aldatmadır. Solomon ve Teagno (2011) aldatmaya sebep olan duyguları ele alarak farklı bir sınıflandırma yapmışlardır. Yaptıkları araştırmalara göre aldatma ancak yalnızlık, öfke ve korkuya bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Aldatmayı diğer tüm sınıflandırmalardan farklı olarak psikanalatik bir çerçevede ele alan kuramcı Strean (1976) aldatmanın 4 farklı başlıkta ele alınması gerektiğini dile getirmiştir. Bunlardan ilki ensestöz obje olarak eş kavramıdır. Bu kategoride eş bilinçdışında kişiye bakım veren ve rahatlatan ebeveyn olarak düşlenmektedir. Bu sebeple eşle yaşanabilecek cinsel birliktelik yasak bir birliktelik olarak algılanmakta ve birey eşini bu sebeple aldatmaktadır. İkinci başlık süperegoyla savaş kavramıdır. Bu kategoride süperegoya ait tüm kanunlar karşıya yansıtılmakta ve eş ahlakin simgesi olarak kabullenilmektedir. Bu sebeple eş süperegoya karşı savaşını eşini aldatarak sağlamaktadır. Üçüncü başlık, biseksüelliğin ifadesi kavramıdır. Bu kategoride biseksüellik kavramı, Freud’un bahsettiği gibi kadınsılık ve erkeksiliği kapsamak yerine iki şeyin bir arada bulunmasını ifade etmektedir. Strean’a göre biseksüelliğin içinde barındırdığı iki şey, aldatma ve evliliktir. Son başlık ise ortak yaşama karşı savunma kavramıdır. Bu kategoride bağımlı kişiliğe sahip eşler birbirlerine karşı oldukça hassastır ve bu hassasiyeti güç sağlama ve kontrolü elde tutma ile sağlamaktadırlar (akt. Tortamış, 2014).
Yazar:
Fulya Toy
Referanslar:
Humprey, F. G., (1987). Treating extramarital sexual relationships in sex and couples therapy. G. Weeks & L. Hot (Ed.), Integrating sex and marital therapy: A clinical guide içinde (s. 149-170). New York: Brunner/Mazel.
Lawson, A. ve Samson, C. (1988). Age, gender and adultery. British Journal of Sociology, 39(3), 409-440
Levine, S. B. (2005). A clinical perspective on infidelity. Sexual and Relationship Therapy, 20(2), 143-153.
Solomon, S. D., ve Teagno, L. J. (2011) “Making up is hard to do” – Couples Therapy After Infidelity.
Subotnik, R. (2007). Cyber-infidelity. In P. R. Peluso (Ed.), Infidelity: A practitioner’s guide to working with couple in crisis içinde (pp. 169-190). New York: Taylor and Francis.
Thompson, A. P. (1982). Extramarital relations: Gaining greater awareness. The Personnel and Guidance Journal, 61(2), 102-105.
Tortamış, M. (2014). Evli bireylerde romantik kıskançlık düzeyi ve aldatma eğiliminin şema terapi modeli çerçevesinde değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Learn MoreToplumsal Cinsiyet Rolleri
Bireyin cinsiyetti belli olduğu andan itibaren, bireye kadınsı ya da erkeksi rolleri atfedilmektedir (Bingöl, 2014). Ebeveynler, çocuğun cinsiyetine bağlı olarak eşyalar almakta ve cinsiyete bağlı olarak çocuğun geleceğini planlamaktadır. Bu nedenle insan doğduğu anla birlikte toplumsal cinsiyet rollerini öğrenmektedir (Özdemir, 2006). Cinsiyet, bireyin biyolojik koduyken toplumsal cinsiyet, bireyin kültürel yapıdaki yeridir (Hepşen, 2010). Başka bir değişle toplumsal cinsiyet, kadının ve erkeğin toplumdaki görevlerini gösteren bir kavramdır (Özaydınlık, 2014). Toplumsal cinsiyet rolleri kadın ve erkeğe farklı sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluklar cinsiyetler arası ayrımcılığa neden olmaktadır (Bora, 2011). Çocukluk zamanında başlayan bu ayrımcılıkta, erkek çocukları silah gibi güç ve sertlik gerektiren oyuncaklarla oynarken kız çocuklarının silaha göre daha yumuşak ve güç içermeyen bebeklerle oynaması söz konusudur. İlerleyen zamanlarda ise erkeklerin daha güç gerektiren işlerde çalışma imkanı varken kadınların evde oturup çocuklara bakması, bir işte çalışıyor ise bu işin daha az güç gerektiriyor olması lazımdır. Toplumsal cinsiyet rolleri kültürü ve insanları bir araya getirmektedir. Erkeksi ve kadınsı roller de insanı ve kültürü bir arada tutup ideal kadın ve erkeği tanımlamaktadır (Dökmen, 2015). Toplumsal cinsiyet rolleri algılanması bakımından gelenekselci ve eşitlikçi olarak ayrılmaktadır. Gelenekselci toplumsal cinsiyet rolünde kadınların hakları olumsuz şekilde etkilenmektedir. Erkeğin egemen olduğu toplumumuzda gelenekselci algılayışa göre kadınlar, erkeklerin yanında olmalı ve evde yapılacak olan işlerden sorumlu olmalıdır. Erkekler, evin geçimini ve güvenliğini sağlamalıdır. Gelişen dünyamızda gelenekselci toplumsal cinsiyet rolleri azalmakta ve eşitlikçi toplumsal cinsiyet rolleri artmaktadır. Eşitlikçi toplumsal cinsiyet rolünde kadınlar erkekler gibi ekonomik olarak özgürdürler ve kendi ayakları üzerinde durabilirler. Sosyal anlamda da bağımsız bir hale gelmişlerdir (Genç ve Kara, 2016).
Freud, toplumsal cinsiyet rollerinin bireyin hayata geldiği andan itibaren gelişmeye başladığını söylemiştir. Psikoseksüel gelişim dönemlerini olumlu bir şekilde atlatmış olan bireylerin ileride sağlam bir kişiliğe sahip olacağını söyler. Pskioseksüel gelişim dönemlerini olumsuz bir şekilde atlamış olan bireylerin ise cinsiyet rolü çatışmasını yaşayacağını ve psikolojik açıdan zehirleneceğini vurgular (akt. Kavuncu, 1987).
Horney (1991) ise Freud’a karşı eleştirilerde bulunmuş ve söylediği bazı kavramlara karşı çıkmıştır. Penis kıskançlığına karşı rahim kıskançlığı kavramını ortaya koymuştur. Cinsiyetlerin ayrımı olmadığını bu ayrımı yapanın toplum olduğunu söylemiştir.
Evrim psikolojisine göre toplumsal cinsiyet rolleri, genlerin kuşaklara aktarılması ve genetik dizilimin nesiller boyu yaşamasını sağlama yollarından biridir (Dökmen, 2004). Sosyal rol kuramına göre, sosyal bir alanda insanlardan beklenen davranışsal farklılıklar toplumsal cinsiyet rolleridir (Eagly, 1997). Sosyal Öğrenme Kuramına göre ise toplumsal cinsiyet çevreden rol model alınarak kadınlık ve erkekliğin öğrenilmesidir (Bussey ve Bandura, 1999). Toplumsal cinsiyet şeması kuramı, toplumsal cinsiyetin şemalardan öğrenildiğini ileri sürmektedir. Şemalara göre toplumsal cinsiyet rollerini üstlendiğimizi söylemektedir (Bem, 1981).
Toplumsal cinsiyetle ilgili son zamanlarda bir çok araştırma ve geliştirme çalışmaları yapılmaktadır. Literatür incelendiğinde yapılan çalışmalarda cinsiyet değişkenine bağlı olarak toplumsal cinsiyet rolünün algılanmasının farklılık gösterdiği, erkeklerin kadınlara göre daha gelenekselci olduğu sonucuna varılmıştır (Maness ve arkadaşları, 2000).
Kaynakça
Bem, S. L. (1981). Gender schema theory: A cognitive account of sex typing. Psychological Review, 88 (4), 354-364.
Bingöl, O. (2014). Toplumsal cinsiyet olgusu ve Türkiye’de kadınlık. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırma Dergisi, 16 (özel sayı 1), 108-114.
Bora, A. (2012). Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar 175-187. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Bussey, K., and Bandura, A. (1999). Social cognitive theory of gender development and differentiation. Psychological Review, 106 (4), 676-713.
Dökmen, Y. Z. (2015). Toplumsal cinsiyet sosyal psikolojik açıklamalar (6.Baskı). İstanbul: Remzi Kitapevi.
Eagly, A. H., & Wood, W. (2000). A call to recognize the breadth of evolutionary perspectives: Sociocultural theories and evolutionary psychology. Psychological Inquiry, 1 (11), 52-55.
Genç, Y., ve Kara, H. Z. (2016). İç göç sürecinde birey rollerinin toplumsal cinsiyet açısından değerlendirilmesi. PESA Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2 (3), 31-40.
Hepşen, Ö. (2010). Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerimde kadın bedeni (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi, Ankara.
Horney, K. (1991). Kadın psikolojisi (2. Baskı). (çev., Budak, S.) İstanbul: Öteki Yayınevi.
Kavuncu, A. N. (1987). BEM Cinsiyet Rolü Envanteri’ni Türk toplumuna uyarlama çalışmaları (Bilim Uzmanlığı Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Özaydınlık, K. (2014). Toplumsal cinsiyet temelinde Türkiye’de kadın ve eğitim. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 14 (33), 93-112.
Özdemir, E. (2006). Okul öncesi dönem çocuklarının cinsiyet özelliklerine ilişkin kalıp yargıların incelenmesi (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi, Ankara.
Learn More