Yabancı El Sendromu
İlk kez 1972 yılında Beion ve Jedynak tarafından, korpus kallozumda tümörü olan üç farklı hastada “garip bir el bulgusu” şeklinde tanımlanan yabancı el sendromu (YES), genel olarak kollarda karmaşık motor fonksiyonlar esnasından meydana gelen istem dışı hareketler olarak tanımlanmaktadır. Hastalar yabancı olarak adlandırdıkları elleri hakkında genellikle ‘’elim benim sözümü dinlemiyor’’ ‘’sanki bu el benim elim değil, başka birine ait’’ gibi ifadelerde bulunarak durumlarını aktarmaktadırlar (Aboitiz vd., 2003).
Yabancı el sendromu; frontal, parietal, oksipital veya kallozal bozulmalarında ortaya çıkabilen, nadir görülen bir nörolojik bir durumdur (Bölükbaşı, Sarı, Tönge, Akdemir ve Elmacı, 2016). Yabancı el sendromunun birçok eiyolojik sebebi olduğu bilinmektedir. Genellikle beyindeki dokulardaki bozulmalar, vasküler ve neoplastik oluşumlarla meydana geldiği bilinse de (Aboitiz vd., 2003), bazı durumlarda nadiren de olsa migren aurası, epilektik nöbetler gibi aniden ve geçici olarak meydana gelen krizlerle de görülebilmektedir (Raieli vd., 2002).
Yabancı el sendromunun tedavisi için, benzodiazepinler, bilişsel davranışçı terapi, botilinium toksini enjeksiyonu, duygusal aldatmaca adı verilen diğer elin ayna görüntüsü veya elastik el tedavisi vb. yöntemler kullanılmaktadır (Haq vd., 2010).
Yabancı el sendromunu daha iyi anlayabilmek için, Dr. Strangelove adlı filmi izleyebilirsiniz.
KAYNAKÇA
Aboitiz, F., Carrasco, X., Schröter, C., Zaidel, D. ve Zaidel, E. (2003). The alien hand syndrome: classification of forms reported and discussion of a new condition. Neurological Sciemces 24(4), 252–257.
Bölükbaşı, F. H., Sarı, R., Tönge, M., Akdemir, G. ve Elmacı, İ. (2016). İntrakranial Meningiomaya bağlı yabancı el sendromu olgusu. Türk Nöroşirürji Dergisi, 26(3), 226-229.
Haq, I. U., Malaty, I. A., Okun, M. S., Jacobson, C. E., Fernandez, H. H. ve Rodriguez, R. R. (2010). Clonazepam and botulinum toxin for the treatment of alien limb phenomenon. Neurologist 16:106-108.
Raieli, V., Eliseo, G., Monforte, E., Puma, D. Ragusa, D. ve Eliseo, M. (2002). (Aboitiz vd., 2003). The alien hand and migraine with aura: a case report. Cephalalgia 22(8), 692-694.
Learn MoreKendini Gerçekleştiren Kehanet
Pygmalion etkisi şeklinde de adlandırılabilen kendini gerçekleştiren kehanet kavramı, ilk başta herhangi bir gerçekliğe sahip olmayan bir durumun, beklentiler çerçevesinde oluşan düşüncelerle gerçekleşmesi olarak tanımlanabilmektedir (Reynolds, 2007). Başka bir ifadeyle kişi başlangıçta var olmayan bir duruma inanarak, fikirleri ve davranışlarıyla , farkında olmadan durumun var olmasını sağlar (Bilgin, 2003).
Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı, 1948 yılında Robert Merton isimli bir sosyolog tarafından ortaya atılmıştır. Merton kendini gerçekleştiren kehaneti, herhangi bir durumun ya da şartların yanlış değerlendirmesine bağlı meydana gelen yeni davranış düzeni, yanlışın gerçekleşmesinde etkilidir şeklinde açıklamıştır (Merton, 1984). Günümüzde geçerliliği kabul edilen ve psikoloji literatüründe yer alan kendini gerçekleştiren kehanet kavramının kökenleri antik yunan mitolojisine dayanmaktadır. Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, yaptığı heykelleri çok seven, onlarla konuşan ve insanlardan uzak duran biridir. Bir gün mükemmel bir kadın heykeli yapar ve ona Galetea adını verir. Heykel o kadar etkileyicidir ki Pygmalion, yapmış olduğu heykele aşık olur. Pygmalion heykeli canlıymış gibi düşünerek her şeyini Galetea ile paylaşır. Bir anlığına dahi olsa heykelin yanından ayrılmayan Pygmalion, cansız heykel tarafından aşkına karşılık bulamaz. Bu karşılıksız aşk karşısında günden güne eriyen Pygmalion’un durumuna üzülen, Aphrodite, Galetea’yı canlandırır. Pygmalion canlı kanlı karşısında duran heykelinin aşkına karşılık vermesine çok sevinir, insanlarla arasını düzeltir ve Galetea ile birlikte yaşarlar (Can, 2011). Pygmalion yapmış olduğu heykelin canlı olmasını o kadar istemiş ve bu duruma o kadar inanmıştır ki sonunda tanrıçalardan biri bu isteği yerine getirmiştir. Bir konu ya da başka birisi hakkında düşünülen düşünceler zamanla insanın zihninde beklenti oluşturur. Bu beklentilerin gerçeğe dönüşmesi için olağan dışı bir çaba sarf edilir. Zamanla ise örtük beklentiler sebebiyle gerçeğe dönüşürler. Davranış boyutunda ise, davranışa dönüşmesi beklenen inançlar, belli bir zaman sonra istendik davranışa dönüşmektedir (Çakır, 2021).
Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı oldukça yaygın olarak işleyen bir sürece sahiptir. Aynı zamanda yargıların kalıplaşmasında ve kalıcı olmasında etkilidir. Örneğin belli bir grup içerisinde, grup üyelerinin nasıl davranmaları ve nasıl olmaları gerektiğine dair beklentilerimiz, bu süreci devreye sokmaktadır (Madran, 2012).
KAYNAKÇA
Bilgin, N. (2003). Sosyal psikoloji sözlüğü – kavramlar, yaklaşımlar. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Can, Ş. (2011). Klasik Yunan Mitolojisi. Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 120-121.
Çakır, D. (2021). Kendini gerçekleştiren kehanet: Kırmızı Saçlı Kadın. MECMUA – Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, (6)12, 110-117.
Madran H., A., D., (2012). Temel beklenti etkisi: Kendini gerçekleştiren kehanet. Ayrımcılık: Çok boyutlu yaklaşımlar (ss. 29-41). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Merton, R. K., (1948) “The self-fulfilling prophecy”, Antioch Review, 8, s. 193-210
Reynolds, D. (2007). Restraining Golem and harnessing Pygmalion in the classroom: A laboratory study of managerial expectations and task design. Academy of Management Learning & Education, 6(4), 475–483.
Erişim Tarihi: 17.05.2022, https://tr.depositphotos.com/408739528/stock-illustration-pygmalion-galatea-living-statue-mythology.html
Learn MoreNehir Başında Ölüm: Narsistik Kişilik Bozukluğu
Kişilik, bireyin kedine has olan tavırları, hisleri ve fikirleri şeklinde tanımlanabilmektedir (Özçetin, Maraş, Ataoğlu ve İçmeli, 2008). Bölünmez ve değişmez olan, alışılagelmiş bu örüntünden sapma ise kişilik bozukluğu olarak adlandırılmaktadır (Karaaziz ve Erdem Atak, 2013). Amerikan Psikiyatri Birliği (2013), tarafından hazırlanan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı’nda (DSM) kişilik bozukları kendi içerisinde üç gruba ayrılarak tanımlanmıştır. Bu yazıda B kümesinde bulunan özsever (narsisistik) kişilik bozukluğundan bahsedilecektir.
Narsisizm günlük kullanımda yer edinmiş, anlamını bilen ya da bilmeyen insanlarca kullanılan bir kelimedir. İnsanlar konuşmaları sırasında narsisizm kelimesini burnu havada, kendini beğenmiş kişileri tanımlamak için kullanılır (Bolat, Ülker ve Demir, 2016). Kendine hayranlık, bağlılık ve birçok özelliği barındıran narsisizm kavramı, Yunan mitolojisindeki bir efsaneden ilham alınarak isimlendirilmiştir. Efsaneye göre, tanrıların dünya üzerinde olduğu zamanlarda, Echo adındaki bir peri, Narcissus adında bir avcıyı görür ve aşık olur fakat Narcissus, Echo’nun aşkını karşılık vermez. Echo, bu karşılıksız aşka dayanamaz, günden günde yok olur ve ölür, geriye sadece günümüzde ‘’eko’’ olarak ifade edilen sesi kalır. Bu duruma çok kızan tanrılar Narcissus’u cezalandırır. Bir gün avlanmaya giden Narcissus, su içmek için gittiği nehir kenarında kendi yansımasını görerek, aşık olur. Nehre yansıyan görüntüyü kaybetmemek için nehir başında günlerce kendisine bakar. Nehrin başında yavaş yavaş erir ve orada kendine duyduğu hayranlıkla ölür (akt. Selvi, 2018). Bu efsaneden etkilenerek, narsisizm kavramının psikoloji literatürüne girmesini sağlayan psikanalatik kuramcı Ellis, narsisizmi bireyin cinsel dürtülerini kendi varlığına yönelterek, kendisine hayranlık duyması olarak tanımlamıştır (akt. Karaaziz ve Erdem Atak, 2013).
Yapılan çalışmalara bağlı olarak, Freud’un narsisizmin her insanda bulunması gereken bir özellik olduğunu belirtmesine benzer birçok veriye ulaşılmıştır (Bolat, Ülker ve Demir, 2016). Rozenblatt (2002) bu verilere dayanarak narsisizmi normal ve anormal olmak üzere ikiye ayırmıştır. Normal narsisizm, yaşamın içerisindeki gücü oluşturandır. Kişinin kendisiyle, etrafındaki kişilerle olan ahengi ve etrafındaki bireylerin kendisinden beklediklerini yerine getirebileceğine olan inanç ve duygularını içermektedir (Rozenblatt, 2002). Patolojik narsisizmde ise kişi kendine güvenen bir imaj sergiler. Her ne kadar başkalarının kendileri hakkındaki fikirlerini, önemsemez gibi görülse de aslında başkalarının düşünceleriyle, içsel doyuma ulaşmaya çalışırlar (Karaaziz ve Erdem Atak, 2013). Normal narsisizm ve patolojik narsisizmi ayıran en temel nokta budur. Patolojik narsisizme sahip bireyler olumsuz benlik algılarını, kendileriyle ilgili hoşlarına gitmeyen herhangi bir şeyi, diğer insanlara yansıtarak, kendilerini rahatlatmaktadırlar. Kendilerini korumak için savunma mekanizması geliştirerek bu şekilde bir kişilik örüntüsünü var etmiş gibidirler (Rozenblatt, 2002). Kendilerini tehlike altında hissettikleri durumlarda ise saldırgan davranışlar sergileyerek kendi zayıf özelliklerini örtbas ederler (Kernberg, 1975).
Narsistik Kişilik Bozukluğu ise; bireyin, kendisinin eşi benzeri bulunmaz ve çok değerli olduğuna dair inançlarını içeren, hoşa gitmek ve eş duyum yapamamakla giden bir kişilik yapılanmasıdır (Ozan, Kırpınar, Aydın, Fidan ve Oral, 2008). Yapılan araştırmalar göz önüne alındığında; narsistik özellikleri olan bireylerin, kişilerarası ilişkilerinde karşısında bulunan kişiyi kendi istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda kullandığı, kendilerini oldukça önemli ve değerli buldukları için çevresindeki insanların da kendisini oldukça önemli ve değerli bulmasını istedikleri sonucuna ulaşılmıştır (Karaaziz ve Erdem Atak, 2013).
Kişilik bozuklukları göz önüne alındığında genellikle uzun süreli bir tedavinin gerçekleşeceği bilinmektedir. Tedavi genellikle ilaç, psikoterapi ve gerekli görüldüğü durumlarda kliniğe yatışların olmasıyla gerçekleştirilir (Eren, 2010).
Yazar:
Psikolog Fulya Toy
Referanslar:
1. Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı, Beşinci Baskı (DSM – V). (E. Köroğlu, çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
2. Bolat, Y., Ülker, M. ve Demir, C. G. (2016). Kavramsal açıdan narsisizm ve eğitimde narsistik kişilik. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(46), 482-492.
3. Eren, N. (2010). Kişilik bozuklukları ve hemşirelik girişimleri – bölüm 1. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 1(1), 33-38.
4. Karaaziz, M. ve Erdem Atak, İ. (2013). Narsisizm ve narsisizmle ilgili araştırmalar üzerine bir gözden geçirme. Nesne Psikoloji Dergisi, 1(2), 44-59.
5. Kernberg, O. (1975). Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. (M. Atakay, çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
6. Ozan, E., Kırpınar, İ., Aydın, N., Fidan, T. ve Oral, M. (2008). Narsisistik kişilik bozukluğu: gelişim süreçleri ve yaşamı. RCHP, 2(1-2). 25-37.
7. Özçetin, A., Maraş, A., Ataoğlu, A. ve İçmeli, C. (2008). Deprem sonrası gelişen travma sonrası stres bozukluğu ile kişilik bozuklukları arasındaki ilişki. Düzce Tıp Fakültesi Dergisi, 10(2), 8-18.
8. Rozenblatt, S. (2002). In defence of self: the relationship of self – esteem and narcissism to aggressive behavior. (Yayınlanmamış Doktara Tezi). Long Island University, USA.
9. Selvi, K. (2018). Narsistik kişilik bozukluğunun, Adler’in aşağılık ve üstünlük kompleksleri açısından analizi: bir olgu çalışması. Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 5(1), 1-20.
10. Erişim Tarihi: 08.05.2022, https://www.freepik.com/free-vector/hand-drawn-flat-design-greek-mythology-illustration_25696212.htm#query=narcissus%20mythology&position=0&from_view=search
Learn MorePeter Pan Sendromu
Büyüme; boy uzaması, kilo alıp verme ve organlarda olan hacimsel değişimleri içerirken, gelişme; konuşma, yürüme gibi davranışları için gerekli olan fonksiyonellik ile ilgilidir. Kısacası vücut üzerinde ortaya çıkan değişimler büyüme, zihinsel anlamdaki ilerlemeler ise gelişme olarak ifade edilebilir. Yaşam boyu gelişim bazı dönemler çerçevesinde incelenmektedir. Bunlardan biri de ergenlik dönemidir (Santrock, 2017). Ergenlik dönemi ve genç yetişkinlik dönemi incelendiğinde bu iki dönem arasında kalan, başka bir gelişim evresi daha olduğu düşünülmüş ve bu evreye ‘’beliren yetişkinlik dönemi’’ adı verilmiştir (Arnett, 2004). Beliren yetişkinlik döneminde, fiziksel ve biyolojik açıdan büyüme gerçekleşirken bireyin sorumluluk almada güçlükler yaşadığı ve toplum tarafından atfedilen rolleri üzerine almaya hazır olmadığı belirtilmiştir. Belirtilen bu özellikler büyüme korkusu başlığı altında incelenmeye başlamış ve 18-25 yaş aralığında bulunan bireylerde görüldüğü sonucuna ulaşılmıştır fakat bu yaş kısıtlamasının kimi zaman 30’lu yaşların sonu 40’lı yaşların başına kadar sürdüğü görülmüştür. 30’lu yaşların sonlarında dahi kişi kendini yetişkin bir insan olarak görme düşüncesinden kaçındığı belirtilmiştir (Arnett, 2000). Arnett’in büyüme korkusu olarak tanımladığı bu kavramı Kiley (1997) Peter Pan Sendromu olarak adlandırmıştır. Psikanalist Dr. Dan Kiley, Peter Pan Sendromu tanımlamasını yaparken, James M. Barrie tarafından yazılan 1904’te sahnelenen ve 1911 yılında romanlaştırılan eserinden esinlenmiştir. Kitabında kendinden parçalar bulunduran Barrie’nin gençlik döneminde yaşadığı kimlik bunalımını, Peter Pan isimli karakterine aktardığı gözlemlenmiştir. Peter Pan karakteri büyümekten kaçınan ve Varolmayan Ülke isminde, yetişkinlerin bulunmadığı bir yerde saklanmaktadır. Kitabın ilk cümlesinde, bütün çocukların büyüyeceklerini bildiklerini ve büyüyeceklerini ifade eden yazar, bu cümlenin başına ‘’biri dışında, her çocuk’’ cümlesini ekleyerek Peter Pan’ın büyümeyeceğini belirtmiştir (Barrie, 2007). Kiley (1997) yapmış olduğu psikanalitik çözümlemeler kapsamında Peter Pan’ın sonu olmayan bir gençliği ve bitmemek üzere devam eden çocukluğu temsil ettiğini ifade etmiştir.
30’lu yaşların ardından da devam ettiği görülen bu korkunun, dışarıdan bakıldığında yetişkin olarak görünen çocuklar yarattığı gözlemlenmiştir. Büyümeyen bu yetişkinlerin psikolojik olarak tehlikeli bir durumdadır. Peter Pan sendromunu herhangi bir bozukluk kategorisinde değerlendirilemese dahi psikolojik bir olgu olarak kabul edilmektedir ve sosyal açıdan birçok belirtiye sahip olduğu bilinmektedir. Bunlardan bazıları; sorumsuzluk, tedirgin olma, yalnızlık, rol çatışmaları, narsisizm, şovenizm ve sosyal alandaki krizler olarak sıralanabilir (Kiley, 1997). Peter Pan Sendromunun genellikle erkeklerde görüldüğü düşünülse dahi bunu destekleyen herhangi bir araştırmaya rastlanılmaması ve günümüzde kadınlarda da bu tarz büyümek istememe davranışına rastlanılıyor olması cinsiyetler arasında farklılaşma olmamasını destekler niteliktedir (Karataş, 2019).
Kiley (1997) ve Arnett (2000) gibi benzer olgular için farklı dönemlerde benzer tanılamalar yapmış olan araştırmacılardan biri de Twenge (2018)’dir. Twenge (2018), yapmış olduğu çalışmada 1995-2012 doğumlu kişilerden oluşan ve ‘’i-nesli’’ şeklinde tanımladığı grubunda büyümeyi yavaşlatmakla ilgili ya da daha yavaş büyümekle ilgili davranışların dikkat çektiğini belirtmiştir. İ – neslinin flört etme, cinsel ilişkiye girme, herhangi bir yerde çalışmaya başlama, alkol alma, ebeveynleri yanında olmadan dışarı çıkma gibi davranışlarının önceki nesillere oranla daha az olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Büyüme korkusu psikolojik bir kavram olarak tanımlansa dahi, henüz Dünya Sağlık Örgütü’nce psikolojik bir rahatsızlık olarak değerlendirilmemiştir. Herhangi bir psikolojik etmen sonucu ortaya çıktığı ile ilgili bulgular bulunmamış olsa dahi birçok psikolojik belirtinin büyüme korkusuna eşlik ettiği belirtilmiştir. Bunlar; depresyon, anksiyete, olumsuz benlik algısı, bedensel belirti bozukluğu ve hostilite olarak değerlendirilebilmektedir (Ateş ve Özden Yıldırım, 2020).
KAYNAKÇA
Arnett, J., J. (2000). Emerging adulthood: A theory of development from the late teens through the twenties. American Psychologist, 55(5), 469-480.
Arnett, J., J. (2004). Emerging adulthood: The winding road from the late teens through the twenties. New York: Oxford University Press.
Ateş, N. ve Özden Yıldırım, M., S. (2020). Büyüme korkusu ile psikolojik belirtiler arasındaki ilişkinin incelenmesi. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(1), 402-410.
Barrie, J., M. (2017). Peter Pan. (E. Dinçer, Çev.) İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Karataş, E., A. (2019). Peter Pan Sendromu: bugünün gençleri ve yetişkinlikten kaçış. Medeniyet Eğitim Araştırmaları Dergisi, 3(2), 117-129.
Kiley, D. (1997), Peter Pan Sendromu: Hiç büyümeyen erkekler. (S. Kunt Çev.) Ankara: HYB Yayıncılık.
Santrock, J., W. (2017). Yaşam boyu gelişim – Gelişim psikolojisi. (G. Yüksel Çev.) Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Learn MoreBipolar Bozukluğun Yaşam Kalitesi Üzerindeki Etkileri
Kişinin erken dönemde bipolar bozukluğa sahip olduğunu öğrenmesi, kişi için çok yorucu ve stres verici bir durum oluşturmaktadır. Bipolar bozukluğa sahip olduğunu öğrendikten sonra kişi yapacağı birçok etkinlikten uzak kalarak yaşam kalitesini kötü yönde etkileyebilmektedir. Erken dönem teşhis önemli olsa dahi ne kadar erken teşhis konulursa birey ve yaşantısı bipolar bozuklukla o kadar uzun süre beraber olacaktır (Öksüz, 2011). Bireyin içinde bulunduğu yaşam şartları, atakların geçirilmesi riskini arttırabilmektedir. Bu hastalığa sahip olan bireylerin dönemler arasında yaşadıkları geçişler birbirlerini takip etmektedirler. Bu dönemlerin ortaya çıkmasındaki hızda kişinin çevresiyle etkileşimi önemlidir. Kişinin yaşadığı herhangi bir şey onu depresif ya da manik döneme sokabilir (Kara Özer, Uluşahin ve Kabakçı, 2001). Hastalığın tekrar edici özelliğinin olması bir yandan iyi bir durumdur çünkü kişinin herhangi bir döneme gireceği sıradaki yaşanılanlar bilinmektedir ve böylelikle kişinin dönemlerden daha az etkilenmesi sağlanabilmektedir. Dönemler arasında yaşanan geçişlerle birlikte hastaların yaşadığı zorluklar fazlalaşmaya başlar (Eroğlu ve Özpoyraz, 2010). Yaptıkları işlerde ki başarı oranlarında ciddi düzeylerde düşmeler gözlemlenene bilmektedir. Bu da kişinin depresif döneme girmesi için bir nedendir. Depresif dönemde olan bireyler boş zaman etkinliklerini yapmak istememektedir. Bu da kişinin sosyal açıdan kendisini geri çekmesine neden olmaktadır. Yaşam standartları azalan hasta, sosyal çevresinden de uzaklaşınca kendine bir boşlukta bulur ve intihar etme planlarında ya da girişimlerinde bulunabilir (Çörekçioğlu, 2016). Böyle durumlarda hastaların özgüvenleri yerle bir olmaktadır ve özgüven yitimi sonucunda hastalar intihar etmektedir. Yaşanan dönemlerin yanı sıra hastaların hayatını etkileyen bir diğer etken ise hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlardır. Kullanılan ilaçlar hastaya biyolojik olarak zarar verebilmektedir. Bu biyolojik zararların sonuçları ölümle bile sonuçlanabilmektedir (Yeloğlu ve Hocaoğlu, 2017). Hastaların ataktan sonra yirmi dört saatlik dilimde, biyokimyasal ve psikolojik olarak vücut saatleri ile uyku düzenlerinde bozulmalar meydana gelmektedir. Meydana gelen bu bozulmalar kişinin gün içerisindeki davranışlarını etkilemektedir (Sayar, Özten ve Ünsalver, 2014). Birbirini takip eden dönemler bireyi bedensel ve duygusal olarak yormaktadır. Ataklar bireyin çevresi ile olan düzenini bozmaktadır. Hastaların durağan dönemde dahi yaşam standartları düşük seviyededir (Çoban, Özkan, Medik ve Saraç, 2013). Yapılan bir araştırma sonucunda manik dönemde yapılan davranışların çevre üzerinde, kişinin bedensel aktivitelerinde ve duygusal anlamda etkileri incelenmiştir. Araştırmanın sonucunda birey üzerindeki bu etkilerin yaşam standardını düşürdüğü gözlemlenmiştir. Manik dönemde olan bireyler birinin hayatını sonlandırmaya kalkışabilir. Birçok yüksek kademeli insanı öldürmekle tehdit edebilirler (Yıldırım, 2014). Hastalığın durağan döneminde bile yaşam standartlarının düştüğü göz önüne alındığı zaman bireyin tedavi olması şarttır. İyi bir tedavi sürecinin hastaların yaşam standardını yükseltebileceği göz önünde bulundurulmalıdır (Eroğlu ve Özpoyraz, 2010).
Yazar:
Psikolog Fulya Toy
Referanslar:
Çoban, S. A., Özkan, B., Medik, K. ve Saraç, B. (2013, Ekim). Bipolar bozukluğu olan bireyler ve bakımverenlerinin yaşam kalitesi. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 4.cilt (2.sayı), 61-66. doi: 10.5505/phd.2013.58070
Çörekçioğlu, S. (2016). Bipolar bozuklukta anksiyete duyarlılığı, dürtüsellik ve ilişkili etmenler. (Tıpta Uzmanlık Tezi). TC. Sağlık Bakanlığı İstanbul Bakırköy Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul.
Eroğlu, M., Z. ve Özpoyraz, N. (2010). Bipolar bozuklukta korucu tedavi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2.cilt (2.sayı), 206-236.
Öksüz, T. (2011). Bipolar bozukluğu olan bireylerde kişilik özellikleri ile stresle başa çıkma tutumları ilişkisinin incelenmesi ve bipolar bozukluğu olmayan bireyler ile karşılaştırılması. (Yüksek Lisans Tezi). Maltepe Üniversitesi, İstanbul.
Kara Özer, S., Uluşahin, A. ve Kabakçı, E. (2001). Bipolar hastalarda ataklar arası dönemde tedavi ve gidiş ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 12.cilt (2.sayı), 111-120.
Sayar, G. H., Özten, E. ve Ünsalver, B., Ö. (2014). Bipolar bozuklukta kişilerarası ilişkiler ve sosyal ritim terapisinin temel ilkeleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6.cilt (4.sayı), 438-446. doi: 10.5455/cap.20140115123942
Yeloğlu, Ç., H. ve Hocaoğlu, Ç. (2017). Önemli bir ruh sağlığı sorunu: bipolar bozukluk. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, 8.cilt (30.sayı), 41-54. doi: 10.17944/mkutfd.323344
Learn MoreDUYGUSAL YEME
Dünyaya geldiği andan itibaren insanların hayatlarını devam ettirebilmek, büyümek, gelişmek ve üretken olabilmeleri adına vücutlarına yeterli besin almalarına, beslenme adı verilmektedir. Buna bağlı olarak, kişinin beslenmesini bilinçli bir şekilde gerçekleştirmesi gerekmektedir (Baysal, 2007). Her ne kadar beslenme fizyolojik bir gereksinim olarak görülse de psikolojik açıdan da oldukça önemli bir rolü vardır. İnsanlar üzgün, öfkeli, baskı altında, heyecanlı, stresli ya da mutlu hissettikleri durumlarda da yeme davranışında artma ya da azalma gözlemlenebilmektedir (Konttinen, 2012). Bu gibi durumlarda, herhangi bir fizyolojiye bağlı olmadan, yemek yeme zamanı gelmeden ya da herhangi bir sosyal gereklilik olmadan, duygulanıma karşı gerçekleştirilen yemek yeme davranışı duygusal yeme olarak adlandırılmaktadır (Sevinçer ve Konuk, 2013). Duygusal yemek yemeye sebep olan duygusal açlık fizyolojik açlıktan, beklenmedik bir şekilde başlaması ve bireyin yiyecek ayrımı yapmadan özellikle şekerli, tuzlu ve yağlı yiyeceklerin tercih edilmesi yönüyle farklılaşmaktadır (Benton ve Donohoe, 1999).
Yapılan araştırmalarla bireylerin yeme davranışını ve duygusal durumları arasındaki ilişki incelenmiştir. Macht (2008) araştırmaya katılan bireyler arasında farklılar olduğunu belirtmiş olsa da genellikle stres, depresyon, öfke ve anksiyete gibi olumsuz olarak adlandırılan duyguların, yeme davranışının artmasına neden olduğunu ve bireylerin beslenme ile ilgili alışkanlıklarında değişimlere neden olduğunu belirtmiştir. Buna karşılık yapılan başka bir araştırmada mutluluk gibi pozitif olarak adlandırılan duyguların vücuda alınan besinlerden zevk almaya ve sağlıklı besinlerin tercih edilmesine sebep olmuştur (Macht, Roth ve Ellgring, 2002). Literatür incelendiğinde duygusal yemenin; stres, depresyon, ebeveyn modellemesi, öfke, can sıkıntısı ve mutlulukla ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Son zamanlarda duygusal yemenin, obezite ve beden kitle indeksiyle ilişkili olduğu görülmüştür, bu sebeple tedavi kısmında psikoterapinin önemi de oldukça artmıştır (İnalkaç ve Arslantaş, 2018).
Duygusal yeme hakkında bilinçlenmenin, okumanın tedavide destekleyici olduğu gözlemlenmiş olsa dahi bu konuyla ilgili yeterli araştırma bulunmadığı için, kesinlikle okumanın tedavi edici bir unsur olduğu söylenmemektedir (Troscianko, 2018). Bunun dışında bireylere yedikleri yiyecekler hakkında farkındalık kazandırmak oldukça önemlidir. Bireylerin besinlerin hangisini, nerede ve nasıl yiyeceğini düşünmesi; dış etmenlerin yemek yeme üzerinde yarattığı etkiyi fark etmesi ve besinlerle ilgili yargılamalar yapabilmesi, farkındalığın oluştuğunu göstermektedir (Çolak ve Aktaç, 2019). Bunun yanı sıra sezgisel yeme eğitimi de duygusal yemek yeme ile başa çıkmada destekleyicidir. Bu eğitimde bireylerin acıkma ve doyma gibi yemek yemeye başlama ve sonlandırma üzerinde durulmaktadır (Özkan ve Bilici, 2018). Düzenli bir tedavi, farkındalık ve duyguların kontrolü tedavide oldukça önemlidir ve tedavinin etkililiğini arttırmaktadır (Woolsey ve ark., 2013).
KAYNAKÇA
Baysal, A. (2007). Beslenme. 11. Baskı, Ankara, Hatiboğlu Yayınevi.
Benton, D., ve Donohoe, R. T. (1999). The effects of nutrition on mood. Public Health Nutrition, 2(3), 403-409.
Çolak, H., ve Aktaç, Ş. (2019). Ağırlık yönetimine yeni bir yaklaşım: Yeme farkındalığı. Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi, 3(3), 212-222.
İnalkaç, S., ve Arslantaş, H. (2018). Duygusal yeme. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 27(1), 70-82.
Konttinen, H. (2012). Dietary habits and obesity: The role of emotional and cognitive factors. (Academic Dissertation, Helsinki University of Social Research Department), Finland.
Macht, M., Roth, S., ve Ellgring, H. (2002). Chocolate eating in healthy men during experimentally induced sadness and joy. Appetite 39(2), 147-58.
Macht, M. (2008). How emotions affect eating: A five-way model. Appetite 50(1), 1- 11.
Özkan, N. ve Bilici, S. (2018). Yeme davranışında yeni yaklaşımlar: Sezgisel yeme ve yeme farkındalığı. Gazi Sağlık Bilimleri Dergisi, 3(2), 16-24.
Sevinçer, G., M. ve Konuk, N. (2013). Emosyonel yeme. Journal of Mood Disorders, 3(4), 171-178.
Troscianko, E., T. (2018). Literary reading and eating disorders: survey evidence of therapeutic help and harm. Journal of Eating Disorders, 6(8), 3-17.
Woolsey, L., Mannion, J., Williams, R. D., Steffen, W., Aruguete, M. S., Evans, M. W., Spradley, B. D., Jacobson, B. H., Edwards, W. W., Kensinger, W. S., ve Beck, N. C. (2013). Understanding emotional and binge eating: From sports training to tailgating. The Sport Journal, 16, 1-16s
Learn MoreTravma Sonrası Stres Bozukluğu
Tıp literatüründe travma: insan vücudunun iskelet,deri,kafatası ve benzeri koruyucu elementlerin önleyemediği ani hasar ve insan bünyesinin dışarıdan yardım almadan iyileştiremeyeceği doku hasarları olarak tanımlanır. Psikolojik kökenli travma ise aniden ortaya çıkarak insanın temel korkularını tetikleyen ve sonuçta insan ruhunun duygu,düşünce ve davranış yapısını temelinden sarsan ruhsal yaralanmalardır.Bu tip travmalarda birey için dışardan yardım (psikososyal destek) alınmazsa mevcut durumda değişiklik göstermez.Travma tipleri genel olarak iki kategoride şekilllenmiştir.
1)Doğal Kaynaklı
2)İnsan Kaynaklı
Doğal kaynaklı travmalar ismi üzerinde açıklanacağı gibi bir doğal afet tarafından oluşan örselenmelerdir.Örneğin deprem,sel,çığ,tsunami birer doğal kaynaklı travmadır.
İnsan kaynaklı travmalar çok çeşitli olabileceği gibi genel olarak bireyin geçmişte etkilendiği bir durum ya da olay olarak nitelendirilebilir.Örnek verecek olursak,tecavüz,dayak,savaş,terör,ensest denilebilir.
Peki tüm bunların ışığında travma sonrası stres bozukluğu tanısı almak için hangi ölçütler gereklidir.TSSB(Travma sonrası stres bozukluğu) Amerikan Psikiyatri Birliği DSM-5 e göre 8 kategoride temellendirilmiştir.Bunlar şu şekildedir:
Not: Aşağıdaki tanı ölçütleri, erişkinler, gençler ve altı yaşından büyük çocuklara uygulanır.
A. Aşağıdaki yollardan biriyle (ya da birden çoğuyla), gerçek ya da göz korkutucu bir biçimde ölümle, ağır yaralanmayla karşılaşmış ya da cinsel saldırıya uğramış olma:
1. Doğrudan örseleyici olay(lar) yaşama.
2. Başkalarının başına gelen olay(lar)ı, doğrudan doğruya görme (bunlara tanıklık etme).
3. Bir aile yakınının ya da yakın bir arkadaşının başına örseleyici olay(lar) geldiğini öğrenme. Aile bireyinin ya da arkadaşının gerçek ölümü ya da ölüm olasılığı kaba güçle ya da kaza sonucu olmuş olmalıdır.
4. Örseleyici olay(ların)ın sevimsiz ayrıntılarıyla, yineleyici bir biçimde ya da aşırı bir düzeyde karşı karşıya kalma (örn. insan kalıntılarını toplayan ilk kişiler; çocuk sömürüsünün ayrıntılarıyla yeniden yeniden karşılaşan polis memurları).
Not: Böyle bir karşı karşıya gelme, işle ilgili olmadıkça, elektronik yayın ortamları, televizyon, sinema ya da görseller aracılığıyla olmuş ise A4 tanı ölçütü uygulanmaz.
B. Örseleyici olay(lar)dan sonra başlayan, örseleyici olay(lar)a ilişkin, istem dışı gelen aşağıdaki belirtilerin birinin (ya da daha çoğunun) varlığı:
1. Örseleyici olay(lar)ın yineleyici, istemsiz ve istençdışı gelen, sıkıntı veren anıları.
2. İçeriği ve/ya da duygulanımı örseleyici olay(lar)la ilişkili, yineleyici sıkıntı veren düşler.
3. Kişinin örseleyici olay(lar) yeniden oluyormuş gibi hissettiği ya da davrandığı çözülme (dissosiyasyon) tepkileri (örn. geçmişe dönüşler). (Bu tür tepkiler, belirli bir görülme aralığında ortaya çıkabilirler; en uç biçimi, o sırada çevresinde olup bitenlerin tam olarak ayırdında olmamadır.)
4. Örseleyici olay(lar)ı simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlarla karşılaşınca yoğun ya da uzun süreli bir ruhsal sıkıntı yaşama.
5. Örseleyici olay(lar)ın simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlara karşı fizyolojiyle ilgili belirgin tepkiler gösterme.
C. Aşağıdakilerden birinin ya da her ikisinin birlikte olmasıyla belirli, örseleyici olay(lar)dan sonra ortaya çıkan, örseleyici olay(lar)a ilişkin uyaranlardan sürekli bir biçimde kaçınma:
1. Örseleyici olay(lar)la ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duygulardan kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
2. örseleyici olay(lar)a ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duyguları uyandıran dış anımsatıcılardan (insanlar, yerler, konuşmalar, etkinlikler, nesneler, durumlar) kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha çoğunun) olmasıyla belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasından sonra başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)a ilişkin bilişlerde ve duygu durumda olumsuz değişiklikler olması:
1. örseleyici olay(lar)ın önemli bir yönünü anımsayamama (özellikle unutkanlık çözülmesine [dissosiyatif amnezi] bağlıdır ve baş yaralanması, alkol ya da madde kullanımıma bağlı değildir).
2. Kendisi, başkaları ya da dünya ile ilgili olarak, sürekli ve abartılı olumsuz inanışlar ya da beklentiler (örn. “Ben kötüyüm”, “Kimseye güvenilemez”, “Dünya tümüyle tehlikeli bir yerdir”, “Bütün sinir sistemim kalıcı olarak bozuldu”).
3. Örseleyici olay(ların)ın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili olarak, kişinin kendisini ya da başkalarını suçlamasına yol açan, süreklilik gösteren, çarpık bilişler.
4. Süreklilik gösteren olumsuz duygusal durum (örn. korku, dehşet, öfke, suçluluk ya da utanç)
5. Önemli etkinliklere karşı duyulan ilgide ya da katılımda belirgin azalma.
6. Başkalarından kopma ya da başkalarına yabancılaşma duyguları.
7. Sürekli bir biçimde, olumlu duygular yaşayamama (örn. mutluluğu, doyumu ya da sevgi duygularını yaşayamama).
E. Aşağıdakilerden ikisi (ya da daha çoğu) ile belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasıyla başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)la ilintili, uyarılma ve tepki gösterme biçiminde belirgin değişiklikler olması:
1. İnsanlara ya da nesnelere karşı sözel ya da sözel olmayan saldırganlıkla dışa vurulan, kızgın davranışlar ve öfke patlamaları (bir kışkırtma olmadan ya da çok az bir kışkırtma karşısında).
2. Sakınmaksızın davranma ya da kendine zarar veren davranışlarda bulunma.
3. Her an tetikte olma.
4. Abartılı irkilme tepkisi gösterme.
5. Odaklanma güçlükleri.
6. Uyku bozukluğu (örn. uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük ya da dingin olmayan bir uyku uyuma).
F. Bu bozukluğun süresi (B, C, D ve E tanı ölçütleri) bir aydan daha uzun olmalıdır.
G. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
H. Bu bozukluk, bir maddenin (örn. ilaç, alkol) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
1. Kendine yabancılaşma (depersonalizasyon): Kişinin, zihinsel süreçlerinden ya da vücudundan koptuğu duyumunu yaşadığı, sanki bunlara dışarıdan bir gözlemciymiş gibi baktığı, sürekli ya da yineleyici yaşantılar (örn. sanki bir düş içindeymiş gibi olduğu duyumu; kendisinin ya da vücudunun gerçekdışı olduğu ya da zamanın yavaş aktığı duyumu). Örselenme (Travma) ve Tetikleyici Etkenle (Stresörle) İlişkili Bozukluklar
2. Gerçek dışılık (derealizasyon): Çevredekilerin gerçekdışı olduğuna ilişkin, sürekli ya da yineleyici yaşantılar (örn. kişinin çevresindeki dünya gerçekdışı, düşsel, uzak ya da çarpık olarak yaşanır). (American Psychiatric Association,2013).
Not: Bu alttürün kullanılabilmesi için, çözülme belirtilerinin, bir maddenin (örn. bilinç kararmaları, alkol esrikliği sırasındaki davranışlar) ya da başka bir sağlık durumunun (örn. kompleks parsiyel katılmalar) fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamıyor olması gerekir.
Referanslar:
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5), Diagnostic Criteria Reference Manual, trans. Köroğlu E, Association of Medical Publications, Ankara, 2014.
Deri yolma bozukluğu
DSM – 5’te ilk defa tanımlanan ve Obsesif –Kompulsif Bozukluk başlığı altında yer alan Deri Yolma Bozukluğu; derinin sürekli yolunarak, yaralanmasına ya da bozulmasına sebebiyet veren, tekrarlayıcı olarak deri yolma, çizme, sürtme girişimlerini azaltamama ya da durduramama olarak tanımlanmaktadır. Diğer birçok bozukluğun tanı kriterlerinde de yer aldığı gibi, Deri Yolma Bozukluğu’nda da işlevsellikte azalma ve bozulmalar meydana gelmektedir. Ayrıca Deri Yolma Bozukluğu herhangi bir sağlık durumunun fizyolojisiyle daha iyi açıklanamamaktadır (APA, 2013). Normal yolma davranışından ayrılmasında etkili olan faktörler, yolmanın sürekliliği ve derideki ciddi hasarlar olarak gösterilebilir. Deri üzerindeki hasarlar bazı durumlarda hayati tehlike oluşturabilecek düzeye dahi gelebilmektedir (akt. Dal, 2021).
Stres altında, yorgunlukta, boş zamanlarda, gerçekleştirilmesi planlanandan daha fazla zaman alan işlerde veya duyguların coşkun yaşandığı durumlarda, deri yolma davranışının arttığı gözlemlenmiştir. Duyguların düzenlenememesinin ve baş etme yöntemlerindeki başarısızlıkların da deri yolma davranışını tetiklediği ile ilgili sonuçlar elde edilmiştir (Flessner ve Woods, 2006).
Hayes, Storch ve Berlanga (2009) tarafından gerçekleştirilen bir çalışma sonucunda, deri yolmanın kaygı ve dürtüselliğe bağlı olduğu gözlemlenmiştir. Yapılan diğer araştırmalar incelendiğinde ise; dürtüselliğin ve bireyin kendini sakinleştirmeye karşı duyduğu ihtiyacın Deri Yolma Bozukluğu’nda oldukça sık görüldüğü sonucuna ulaşmıştır. Bunun yanı sıra Deri Yolma Bozukluğu olan bireylerin duygusal uyaranlar karşısında nörolojik olarak daha duyarlı oldukları gözlemlenmiştir (Snorrason ve ark., 2011). Yapılan başka bir çalışma sonucunda ise; deri yolma davranışının bireylerin rahatlamasına yardımcı olduğu, duygu regülasyonu konusunda kolaylık sağladığı ve bireylerin duyguları yönetmede ‘’yolma’’ davranışını ortaya çıkararak daha güçlü bir başa çıkma stratejisi geliştirdiği elde edilmiştir (Lang ve ark., 2010).
Obsesif – Kompulsif Bozukluk başlığı altında incelenen Deri Yolma Bozukluğu’nun etiyolojik olarak OKB’la benzer olmasına bağlı olarak, Deri Yolma Bozukluğu’nun tedavisi de OKB ile benzerlik göstertermektedir (Lochner, Ross ve Strein, 2017).
Yazar:
Psikolog Fulya Toy
Referanslar:
Amerikan Psikiyatri Birliği, (2013). Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı, beşinci baskı (DSM-5). (Köroğlu E, çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Dal, N. (2021). Genç yetişkinlerde deri yolma davranışlarıyla ebeveynlerine bağlanma arasındaki ilişki. (Yüksek Lisans Tezi).İstanbul Gelişim Üniversitesi, İstanbul.
Hayes, S. L., Storch, E. A., ve Berlanga, L. (2009). Skin picking behaviors: An examination of the prevalence and severity in a community sample. Journal of anxiety disorders, 23(3), 314-319.
Lang, R., Didden, R., Machalicek, W., Rispoli, M., Sigafoos, J., Lancioni, G. ve Kang, S. (2010). Behavioral treatment of chronic skin-picking in individuals with developmental disabilities: A systematic review. Research in Developmental Disabilities, 31(2), 304-315.
Lochner, C., Roos, A. Stein, D., J. (2017). Excoriation (skin-picking) disorder: a systematic review of treatment options. Neuropsychiatr Dis Treat, 13, 1867-1872.
Snorrason, I., Smari, J. ve Olafsson, R., P. (2011). Motor inhibition, reflection impulsivity and trait impulsivity in pathological skin picking. Behavior Therapy, 42(3), 521-532.
Learn More