Çocuklarda ‘Oyun Bağımlılığı’
Bilgisayar/Video oyunları, çocukların ve genç yaş grubunun zevk alarak tercih ettiği bir aktivite türü olarak kabul edilebilir. Son zamanlarda, pandemininde etkisi ile birlikte, çocuklarda oyun oynamaya karşı bir ‘bağımlılık’ ve ‘aşırılık’ söz konusu olmuştur. Oyun oynayan kişiler; kendilerini diğer sosyal iletişim biçimlerinden soyutlayabilir, zorlayıcı bir şekilde oynayabilir ve neredeyse tamamen oyun içi başarılara odaklanabilirler.
Oyun bağımlılığının önemli bir göstergesi, kişinin günlük aktivite ve normal rütinlerinin olumsuz etkilendiği noktaya kadar oyun oynamasıdır. Bazı çocuklar okula olan ilgilerini kaybedebilir, veya okula gitmeyi redderek zamanlarının çoğunu oyun oynayarak geçirmek isteyebilirler. Genç yaş grubunda video oyunu oynanamaması durumunda; okuldan kaçma, sinirlilik hali, ödev yapmama gibi bağımlı davranışsal belirtiler gözlemlenebilir.
‘Oyun Bağımlılığı’ resmi olarak psikolojik bozukluk olarak tanımlanmamıştır. Fakat, oyunlara karşı olan bağımlılık diğer birçok bağımlılık türüyle aynı psikolojik modeli izler. Beyinde bulunan ödül merkezi, zevkli bir deneyime yanıt olarak dopamin salgılar. Bazı video oyunlarının tasarlanma şekli nedeni ile oynayan kişiler heyecan ve uyarılma yaşar. Kişi aynı zevki tekrar aramak için güçlü bir dürtü geliştirir. ‘’Oyun oynayan kişilerin, yoğun dopamin salınımı nedeniyle bu oyunları oynamaktan çok zevk aldıkları öne sürülmüştür.’’ (Weinstein,2010,s. 270).
Oyun Bağımlılığı Olan Çocuklar için Nasıl bir Yol izlenebilir?
- Oyun oynamak için bir zaman sınırı belirleyin; Ebevyn olarak, çocuğunuzun oyun süresinin ne kadar süreceğini belirleyin. Örneğin, günlük oyun oynama oranı bir saattir. Bu süre bir defa veya gün içerisinde bölünerek kullanılabilir. Belirlenen limitleri aşmayın, oyun oynaması için fazladan toleransınız olmamasına özen gösterin.
- Çeşitliliği Azaltın; Çocuklar sadece bir değil birden fazla (oyun konsolu, bilgisayar, telefon vb) teknolojik aletle oyun oynayabilirler. Çocuklara oyun oynamak için kullanılan tek bir konsol seçmelerini önerin.
- Yüksek bağımlılık oyunlarından kaçının; Ebeveyn, bağımlılık riski yüksek olan oyun türlerini bilmeli ve bu gibi oyunları oynamasını engellemelidir. Bu tür oyunlar çocuklara ve hatta yetişkinlere bile zamanı unutturabilir.
- Ailece oynanabilecek bir oyun seçin; aile ile oyun oynama, çocuğun video oyunlarına karşı bağımlılık geliştirmesini engelleyebilir ve aile üyeleri arasındaki bağları da güçlendirebilir.
- Dinlenme ve fiziksel aktivite ile serpiştirin; Oyun oynadıktan sonra her saat çocuktan dinlenmesini ve yürüme, koşma, zıplama gibi fiziksel aktiviteler yapmasını isteyin.
- Oyunu oynamadan önce koşulları belirtin; Oyunu oynamadan önce koşullar belirleyin ve onları koruyun. Bu durum çocuğunun ‘öncelikler’ hakkında nasıl öğretileceğinin bir yoludur. Çocuk ‘öncelik’ ne ise oyundan önce onu yapmayı öğrenecek ve alışacaktır.
- Oyunlar dışındaki hobileri tespit edin ve destekleyin; Çocuğun hobilerinin neler olduğunu öğrenin ve onları geliştirerek destekleyin. Oyun konsolundan uzak bir çocuğun hobisini destekleyin. Yavaş yavaş, çocuk eskiden oynadığı oyundan uzaklaşmaya başlayacaktır.
- Gerçek dünyada sosyal hayatlarını açın; Çocuklarda oyun bağımlılığının sosyal bir hayat yaşayarak üstesinden gelinebilir. Onu evin yakınında veya okulda bulunan akranlarıyla oynamaya davet edin. Ancak burada oynamak video oyunu oynamak değildir.
Referanslar;
Weinstein, A. M. (2010). Computer and Video Game Addiction—A Comparison between Game Users and Non-Game Users. The American Journal of Drug and Alcohol Abuse, 36(5), 268–276. https://doi.org/10.3109/00952990.2010.491879
Zorbaz, S.D. , Ulas, O., Kizildag, S. (2015). Relation between Video Game Addiction and Interfamily Relationships on Primary School Students. Educational Sciences: Theory & Practice. https://doi.org/10.12738/estp.2015.2.2090
Rosyati, T., Purwanto, M. R., Gumelar, G., Yulianti, R. T., & Muhharrom, T. (2020). Effects of Games and How Parents Overcome Addiction to Children. Journal of Critical Reviews, 7(1), 2394-5152.
Learn MoreDİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU
DKB Nedir?
Yaygın olarak ‘Çoklu Kişilik Bozukluğu’ olarak bilinen ‘Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ bir bireyde iki ya da daha fazla farklı kimliğe/kişiliğe sahip olma durumudur. Bu kimliklere ‘alter’ adı verilir.
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu, genellikle şiddetli çocuk istismarı gibi çocukluk deneyimlerinden kaynaklanan travma sonrası bir durum olarak kavramsallaştırılır. ‘’Yakın zamanda yapılan çalışmalar, çocukluk çağı travmaları ve DKB arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya
çıkardı’’ ( Gleaves,1996,s.52). Bu duruma göre, önceki travmaya dissosiyatif tepki, bireyin ezici travmayla başa çıkmasına yardımcı olan yaratıcı bir hayatta kalma stratejisidir. Örnek olarak, ‘’yanlız bir çocuk, yaşama devam edebilmek için neşeli alter kimlik var edebilir’’ (Yanık,2017,s.189)
DKB Semptomları Nelerdir?
DKB’nin ayırıcı tanısı olan; iç ses, yüz ifadesi/duygularda hızlı değişim, ve hafıza sorunları olarak bu üç semptom belirtilebilir. Bu üç ana semptom DKB’nin ana meselesi olan alter kişilik göstergesidir. ‘’DKB’nin tüm semptomları bu alter kimliklerin aktiviteleri üzerinden oluşur’’ (Yanık, 2017, s.186)
İç Ses: DKB’nin hem önemli belirtilerinden biri hem de diğer rahatsızlıklarla ayırı tanısında en kullanışlı olan semptomdur. ‘’Alter kimlikler kendi aralarında iletişim kurmalarına bağlı iç ses/ konuşma oluşur’’ (Yanık,2017,s.186). DKB tanısı konulmuş kişilerde iç ses durumu çocukluktan itibaren devam ettiği için kendisi tarafından normal bir durum olarak algılanabilir.
Hızlı Afekt Değişimi: Alter kişiliklerin beden kontrolünde hızlı ve beklenmedik yer değiştirmelerine bağlı olarak yüz ve duygulanımlarında değişimler olabilir. Bu kimliklerin kendilerine ait duygudurumu ve yüz ifadeleri vardır. Örnek verecek olursak, çocuk alter, çocuksu bir ses tonuna ve konuşma tarzına sahip olurken, öfkeli bir alter sert bir bakışa sahip olabilir. Yüz ifadesi ve davranış o sıra bedeni hangi alter kontrol ediyorsa, o altere özgü olur.
Hafıza Sorunları: Alter değişimi sırasında ‘ev sahibi’ olan alter kısmen devre dışı kaldığında tam hatırlanmayan boşluklar oluşabilir. Hafıza problemlerinin şiddet oranı ev sahibi olan alterin ne oranda devre dışı kalıp kalmadığına göre değişiklik gösterebilir.
Referanslar
Gleaves, D. H. (1996). The sociocognitive model of dissociative identity disorder: A reexamination of the evidence. Psychological Bulletin, 120(1), 42–59. https://doi.org/
10.1037/0033-2909.120.1.42
Yanık, M. (2017). Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun Tedavisi: Turkiye Klinikleri J Psychiatr, 10(3), 185-93.
VandenBos, Gary R. 2007. APA dictionary of psychology. Washington, DC: American Psychological Association.
Learn MoreOthello Sendromu
Freud, kıskançlığın, ‘’normal olarak tanımlanabilecek, keder gibi duygulanımsal durumlardan biri’’ olduğunu ileri sürmüştür. Kıskançlık, çoğu insanın hayatlarının bir döneminde deneyimlediği duygudur. Hepimiz bir dereceye kadar kıskançlık geliştiririz. Ancak, bu duygu, normallikten patolojiye kadar değişen, farklı yoğunluk dereceleriyle son derece yaygın ve karmaşık olabilir.
Othello Sendromu/Patolojik Kıskançlık
‘Othello Sendromu’ terimi, ilk kez 1995 yılında Todd ve Dewhurst tarafından kullanılmıştır. İsim, Shakespeare’nin ünlü eserlerinden biri olan ‘The Tradegy of Othello, The Moor of the Venice’ den gelir; burada kahramının karısının ‘sözde’ sadakatsizliğine karşı geliştirdiği kıskançlığı, sonunda onu eş cinayeti işlemeye götürmüştür. ‘Othello’ hikayesi evlilik ilişkisi bağlamında meydana gelse de, bu sendrom ikili ilişkilerde ortaya çıkan bir durumdur.
Othello sendromu, somut kanıtlara dayanmayan partnerin sadakatsizliği ile ilgili endişe olduğu aşırı veya kabul edilemez davranışlarla bir dizi mantıksız düşünce ve duygudur. ‘’Birey, bu inancının haklı olduğuna dair işaretler için sürekli tetiktedir, bulunamazsa delil üretir ve kanaate aykırı gerçekleri tamamen göz ardı eder.’’ (APA, 2007). ‘Othello Sendromu’, DSM-IV-TR, sanrılı bozukluk – kıskanç tip kategorisine girer. Teşhis konması için, bireylerin uzun süreli romantik partnerlerinin sadakatine ilişkin sanrılar yaşamaları gerekir (yani, birey, makul veya nesnel bir kanıt olmadan partnerinin sadakatsiz olduğuna ikna olmuştur). Kadınlara kıyasla erkeklerde daha fazla görülen bir durum olan ‘Othello sendromu’; psikoz, şizofreni, alkolizm ve madde bağımlılığı ile ilişkilidir.
Belirtileri Nelerdir?
- Partnerini herkesten ve her şeyden saplantılı bir şekilde kıskanma
- Somut olmayan senaryolar kurup onlara inanma
- Basit bir olaya karşı verilen aşırı tepki
- Şiddet eğilimi ve aşırı saldırganlık
- Partnerden ayrılmayı fobi haline getirme
- Kişiyi her şeyden kısıtlama eğilimi
Nasıl Teşhis Edilebilir?
‘Othello sendromu testi’, alanında uzman biri tarafından kişiye uygulanır. Kişiye birtakım sorular yöneltilerek verilen cevaba göre kişi analiz edilir ve yukarıda bahsetmiş olduğum sendromun belirtilerini kişinin gösterip göstermediğinin de desteği ile kişiye tanı konabilir.
Referanslar
İstanbul, N. P. (2021, December 22). Othello Sendromu (Patolojik Kıskançlık). NP. https:// npistanbul.com/eriskin-psikiyatri/othello-sendromu
Cipriani, G., Vedovello, M., Nuti, A., & di Fiorino, A. (2012). Dangerous passion: Othello syndrome and dementia. Psychiatry and Clinical Neurosciences, 66(6), 467–473. https://doi.org/10.1111/ j.1440-1819.2012.02386.x
Hashemipour, S. (2022). Discrimination Is Evil; Essays on Literary Masterpieces. Nobel Akademik Yayincilik.
VandenBos, Gary R. 2007. APA dictionary of psychology. Washington, DC: American Psychological Association.
Freud S. Certain Neurotic Mechanisms in Jealousy, Paranoia, and Homosexuality. In: Jones E, ed. Collected Papers of Sigmund Freud, vol 2. London: Hogarth, 1922, pp 235, 242, 323.
Learn More‘Panik Atak’ Bir Tanı Mıdır?
Genel olarak ‘Panik Atak’ ve ‘Panik Bozukluk’ birbirleri ile karıştırılabiliyor veya direkt ‘Panik Atağı’ hastalık olarak değerlendirilebiliyoruz. Panik Atak hastalık mıdır? Panik Bozukluk nedir? İkisinin farkları nelerdir?
Panik Atak
‘Panik atağı’ ruhsal bir bozukluk değil, bir semptomdur. Panik atakları yoğun bir korku, endişe ile ani olarak başlayıp kısa bir sürede de en yüksek düzeyine ulaşır. Panik atağı sırasında fiziksel olarak; soluk almada güçlük, boğulma hissi, baygınlık hissi, çarpıntı, baş dönmesi, sıcak basması, uyuşma gibi belirtiler görülebilir. Bedensel belirtilerin yanı sıra ölüm korkusu, ya da kontrolü kaybetme korkusu gibi bilişsel belirtiler eklenebilir.
Panik atağı, sadece kaygı bozukluklarında değil; depresyon bozukluklukları, madde kullanım bozuklukları ve sosyal, özgül fobilerde de gözlemleyebiliyoruz. Panik bozukluğunda, panik atağının varlığı bu bozukluk için tanı ölçütleri içinde kapsanır ve panik atağı bir belirleyici olarak kullanılamaz.
Panik Bozukluk
Panik Bozukluğu ‘’kişide kendiliğinden ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan, şiddetli iç sıkıntısı ile buna eşlik eden bedensel ve bilişsel belirtilerden oluşan ve ataklarla seyreden bir
hastalıktır’’ (Erdogan, 2007 ,s.3).
‘Panik bozukluk’ tanısı için iki temel ayırıcı özellik vardır;
- Panik bozukluğunun en temel ayırıcı özelliği ‘yineleyici’, ve ‘beklenmedik’ panik ataklarının görülmesidir. Panik atak belirtilerinin kısa sürede en yoğun haline ulaştığı ve sonrasında 10-15 dakika içerisinde git gide azalarak kaybolduğu bilinmektedir. Ataklar sırasında yaşanan belirtiler kişide ‘kalp krizi geçireceği’ veya ‘aklını kaçıracağı’ gibi olumsuz düşünceler ortaya çıkarabilir ve kişi ataklardan ve getirdiği sonuçlardan kaçınabilmek için davranış değişiklikleri geliştirebilir.
- Panik bozuklukta diğer bir ayırıcı ve temel tanı ise ‘beklenti anksiyetisidir’. Panik atağının yaşanmasının ardından, kişide sıklıkla yeni bir atak geçirme korkusu görülebilir. Bu durum, sıklığı ölçüsünde panik atağı eşiğini düşürür ve yeni atakların ortaya çıkma riskini attırabilecek bir etki gösterebilir.
Referanslar
Erdogan,S. (2007). Panik Bozukluğunun Nörobiyolojisi. Klinik Psikiyatri, 10(Ek 4):3-13. Tükel,R. (2002). Panik Bozukluğu. Klinik Psikiyatri, Ek 3:5-13
American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders
(5th ed.). Washington, DC: American Psychiatric Association
Learn More‘Stockholm sendromu’: Psikiyatrik tanı mı yoksa şehir efsanesi mi?
1973 yılında İsveç’in Stockholm kentinde firari bir mahkum dört banka çalışanını rehin aldı. 131 saat boyunca rehineler, hüküm giymiş bir suçluyla bir banka kasasını paylaştı. Olaydan sonra ehineler, yaşadıkları sıkıntılara rağmen, rehin alan kişilere karşı herhangi kötü bir duygu beslemediklerini ve ayrıca polisten kendilerini rehin alanlardan daha çok korktuklarını bildirdiler. Bu fenomen daha sonrasında psikologlar tarafından ‘Stockholm Sendromu’ adını aldı.
Stockholm Sendromu, kaçırılan bir kurbanın kendisini kaçıran kişiye karşı geliştirdiği olumlu bağı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Tanı herhangi bir uluslararası sınıflandırma sisteminde açıklanmamasına rağmen, medya kaynakları tarafından kullanılan bir terimdir.
Bu tarz vakalar incelendiği zaman, aslında çoğu rehine, kendisini rehin alan kişiyle özdeşleşmez ve onlara karşı sempati duymaz. Ayrıca, polisi düşman olarak görmez. Bunun yerine, kendisini rehin alan kişi/kişilere bir ‘sorun’, polisin de ‘çözümü’ temsil ettiğinin farkındadırlar. Serbest bırakılan rehinelerle yapılan görüşmeler, özellikle uzun vadeli olaylarda rehinelerin çoğunun Stockholm sendromuna dair hiçbir kanıt göstermediğini ortaya çıkarmıştır.
Psikiyatrik tanı mı yoksa şehir efsanesi mi?
‘Stockholm sendromu’ etiketi, açıklanamayan davranışları açıklama ihtiyacını ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir. Spesifik tedavi gerektirebilecek veya kurbanlarının ruh sağlığı üzerinde uzun vadeli etkileri olabilecek belirli bir psikiyatrik sendromu tanımladığına dair çok az kanıt vardır.
Stockholm sendromu için doğrulanmış tanı kriterleri tanımlanmamıştır. Bu fenomen herhangi bir uluslararası psikiyatri sınıflandırma sistemine dahil edilmemiştir. ICD-10’da, istisnai stresli yaşam olaylarının tetiklediği geçici bozuklukları içeren ‘akut stres reaksiyonu’ kategorisi, muhtemelen en alakalı olanıdır. Mevcut literatür sınırlı araştırma değerine sahiptir ve bu durum ‘Stockholm Sendromunu’ bir psikiyatrik tanı olarak desteklenme olasılığını düşürür. Ek olarak, ‘’Stockholm sendromu, tanınan bir ‘Medical Subject Headings’ (MeSH) değildir.’’ ( Namnyak et al., 2007, s.1)
Stockholm Sendromu hakkında bu kadar çok yanlış kanı ve yanlış inancı sürdüren nedir?
‘Stockholm Sendromu’, düşünüldüğü kadar yaygın değildir ve ‘istisna’ olarak düşünülebilir. İstisnalar her zaman daha ilginç bulunmuştur ve ek tartışmalara yol açmıştır. İstisnalar daha çok ilgi çektiği için, medya aracılığı ile daha yaygın bir şekilde görülmüşlerdir. ‘Stockholm sendromu’ kurgu ve filmlerde tasvir edilmesine ve haber medyası tarafından sıklıkla atıfta bulunulmasına rağmen, aslında nadiren meydana gelir.
Referanslar
Fuselier G. D., (July 1999). Placing the Stockholm syndrome in perspective, FBI law enforcement
bulletin, Vol. 68, no. 7, str. 22-25
Namnyak, M., Tufton, N., Szekely, R., Toal, M., Worboys, S., & Sampson, E. L. (2007). ‘Stockholm
syndrome’: psychiatric diagnosis or urban myth? Acta Psychiatrica Scandinavica, 0(0),
071120024945001-??? https://doi.org/10.1111/j.1600-0447.2007.01112.x
Door-in-the-face
Bir ‘’Uyma’’ Metodu; Yüzüne Kapıyı Çarpma Tekniği
Psikolojide ‘’uyma’’ davranışı , ‘’ doğrudan bir isteğe yanıt olarak bir kişinin davranışında değişiklik’’ (APA dictionary of psychology, 2007) olarak tanımlanmaktadır. İsteklere uyumu artırmak için çeşitli teknikler geliştirilmiştir. Bu tekniklerden bazıları kişinin tutumunu değiştirerek uyumu artırsa da, diğerlerinin temel amacı davranış değişikliğidir. Davranış temelli değişikliği benimseyen tekniklerden bir tanesi ‘Door-in-the-face’ yani ‘Yüzüne Kapıyı Çarpma Tekniği’ dir.
Yüzüne Kapıyı Çarpma/ Yüz Tekniği Nedir?
Yüz tekniği iki aşamalı bir tekniktir. İlk olarak kişi karşısındaki kişiye ‘büyük’ ve ‘mantıksız’ bir istekte bulunur. İsteğin reddedileceğinin yani ‘yüzüne kapının çarpılacağının’ farkındadır. Talebin asıl sebebi ikinci istek olan ‘hedef’ istektir. İkinci tamamen yeni bir istek değil, fakat ilk isteğin daha küçük ve mantıklı bir versiyonudur. Ancak bu teknik, iki talep arasında bir gecikme olmadığı zaman verimlidir. Yapılan çalışmalarda Yüz tekniğinin uyum davranışını arttırdığını bulmuşlardır. Ek olarak, Cialdini (1975) araştırmalarında ‘’ reddedileceği kesin olan ilk talepte bulunmanın ve ardından daha küçük bir talebe geçmenin, hedef kişinin ikinci talebi kabul etme olasılığını önemli ölçüde artırdığı’’ nı tespit etmiştir (s.209).
İkinci İstek Neden Daha Fazla Kabul Edilebilir?
Kişilerin, ikinci talebi kabul etmelerinin nedeni olarak birkaç teori ortaya konmuştur. Genel olarak bakıldığında ‘’ karşıklılık, suçluluk ve sosyal sorumluluk teorileri, meşru bir kaynaktan yardım aramaya yönelik ilk girişimi reddeden bireylerin, ikinci talebe uymak için kişisel ve/veya sosyal bir sorumluluk hissettiklerini’’ öne sürer. (Feeley et al.,2012 ,s.319)
Referanslar
Feeley, T. H., Anker, A. E., & Aloe, A. M. (2012). The Door-in-the-Face Persuasive Message Strategy: A Meta-Analysis of the First 35 Years. Communication Monographs, 79(3), 316–343. https://doi.org/10.1080/03637751.2012.697631
Cialdini, R. B., Vincent, J. E., Lewis, S. K., Catalan, J., Wheeler, D., & Darby, B. L. (1975). Reciprocal concessions procedure for inducing compliance: The Door-in-the-Face technique. Journal of Personality and Social Psychology, 31(2), 206-215.
VandenBos, Gary R. 2007. APA dictionary of psychology. Washington, DC: American Psychological Association.
Guéguen, N., Jacob, C., & Meineri, S. (2011). Effects of the Door-in-the-Face technique on restaurant customers’ behavior. International Journal of Hospitality Management, 30(3), 759–761. https://doi.org/10.1016/j.ijhm.2010.12.010
Learn Moreİstem Dışı Körlük
Kalabalık bir sinemada boş yer arıyorsunuz. Birkaç dakika aradıktan sonra, sonunda bir tanesini bulup oturuyorsunuz. Ertesi gün, arkadaşlarınız tiyatroda neden onları görmezden geldiğinizi soruyor. Size el sallamalarına rağmen, siz onlara doğru baktınız ama onları görmediniz. Kalabalık bir salonda arkadaşlarımızı gözden kaçırdığımız gibi, bazen çevremizdekilerin görünümündeki değişiklikleri fark etmeyebiliriz. Hepimiz bir arkadaşımız saçını kestirdiğinde fark edememek gibi bir deneyim yaşamışızdır. Etrafımızdaki her şeyi algıladığımızı ve hatırladığımızı hissediyoruz ve ara sıra görsel ayrıntılara karşı ‘’kör’’ olmayı alışılmadık bir istisna olarak görüyoruz.
Görsel entegrasyon ve yön değiştirme üzerine yapılan son çalışmalar, bir bakış açısına göre çevremizin detaylarından şaşırtıcı bir şekilde habersiz olduğumuzu ortaya koyuyor. Dikkat başka bir nesneye veya göreve çevrildiğinde, kişiler genellikle beklenmedik bir nesneyi algılamakta başarısız olabilirler. Bu durum ‘istem dışı körlük’ olarak adlandırılan bir fenomendir. İstem dışı körlük görsel bir fenomen olmasına rağmen, işitsel ve dokunsal karşılıkları da vardır; örneğin, “dinlemiyorsak”, bize söylenen bir şeyi çoğu zaman duymayız.
Tüm istem dışı körlük görevleri (ve bunların gerçek dünyadaki benzerleri) aşağıdaki özellikleri paylaşır;
1. Gözlemci, birincil görev dediğimiz, dikkat gerektiren bir görevle meşguldür. Birincil görev, odaklanmış dikkat gerektirdiği sürece herhangi bir şey olabilir.
2. Her görev, gözlemci birincil görevi yerine getirirken meydana gelen beklenmedik bir olayı içerir. Beklenmeyen olay, birincil dikkat gerektiren görevle meşgul olmayan kişiler için açık olmalıdır. Ayrıca olay yeni, ayırt edici veya olağandışı bir şey olarak hemen tanımlanabilmelidir, böylece insanlar sorulduğunda bunu rapor edebilirler.
3. Kritik olay gerçekten beklenmedik olmalıdır. Olaylar beklendiğinde, birincil görev ve kritik olay arasında dikkat kaynaklarını farklı şekilde tahsis ederiz, bu da dikkatin fark etmedeki rolünü yorumlamayı zorlaştırır.
Referanslar
Jensen, M. S., Yao, R., Street, W. N., & Simons, D. J. (2011). Change blindness and inattentional blindness. WIREs Cognitive Science, 2(5), 529–546. https://doi.org/10.1002/wcs.130
Mack, A. (2003). Inattentional Blindness. Current Directions in Psychological Science, 12(5), 180– 184. https://doi.org/10.1111/1467-8721.01256
Simons, D. J., & Chabris, C. F. (1999). Gorillas in our midst: sustained inattentional blindness for dynamic events. Perception, 28(9), 1059–1074. https://doi.org/10.1068/p2952
Learn MoreSchadenfreude
Her gün yaşantımızda başka insanların çektiği acıları ve talihsizlikleri görürüz. Bu acılara ve talihsizliklere çekilmemizin nedenlerinden biri onlara karşı duyduğumuz empatidir. Normalde insanların yaşadığı acılar, üzüntüler bizi üzerken, yaşadıkları güzel şeyler de mutlu eder. Fakat, duygularımız olağan ve hatta uygun görünen şeylere ters düşebilir. Kötü talihlere sahip olan insanlara üzülmek yerine başka tatsız duygular hissedebiliriz.
Nedir bu ‘tatsız duygu’?
Bu tarz durumlarda tatsız duygular aslında schadenfreude dediğimiz yani ‘’başka birinin talihsizliğinden, acısından memnuniyet ve zevk hissetme gibi zıt duygulardır’’ (Random House Webster’s Unabridged Dictionary, 1998, 1713). Diğer insanların başına gelen talihsizliklerden zevk duymak rahatsızlik verici olabilir çünkü insan doğasının tatsız bir yönünü vurgular, özellikle de bu zevk kötü niyetli ve neşeli göründüğü zaman.
‘Shadenfreude’ neden olur?
- İnsanlar başka birinin talihsizliğinden kazanç elde etmek isteyebilir ve bu durum onlara zevk verebilir. Zevk kişisel çıkarlara verilen doğal bir reaksiyondur. Fakat, başkalarının acı çektiğini görmek, doğrudan rekabet yoluyla aktif olarak kazanılmadığı için daha sinsi ve dolayısıyla gayri meşru bir zevk sağlar
- Sonucun hak edilmesi ile adaletin sağlanmasından dolayı ortaya çıkan genel memnuniyet duygusu arasında güçlü bir bağlantı Schadenfreude’nin oluşması için olanak sağlar. Çoğu zaman, başka bir kişinin talihsizliği ‘’hak edilmiş’’ olarak algılanabilir ve bu durum, ne kadar karşıdaki kişi acı çekerse çeksin, sevindirici olabilir çünkü kişinin başına gelen talihsizliği ‘hak ettiği’ düşünülür.
- Schadenfreude için olgunlaşan koşulları yaratmada kıskançlığın rolü büyüktür. Her ne kadar schadenfreude zevk verici olurken, kıskançlık acı verici olsa da, kıskançlık schadenfreude’nin oluşması için önemli bir faktördür. Üçüncü neden aslında schadenfreude için ilk iki açıklamayı yansıtır. Kıskanılan bir kişinin başına gelen talihsizlik, diğer şeylerin yanı sıra, hoş bir kişisel kazanım ve öznel ama tatmin edici bir hak etme duygusuna yol açabilir.
Referanslar
Smith, R. H., Powell, C. A. J., Combs, D. J. Y., & Schurtz, D. R. (2009). Exploring the When and Why of Schadenfreude. Social and Personality Psychology Compass, 3(4), 530–546. https:// doi.org/10.1111/j.1751-9004.2009.00181.x
Leach, C. W., Spears, R., Branscombe, N. R., & Doosje, B. (2003). Malicious pleasure: Schadenfreude at the suffering of another group. Journal of Personality and Social Psychology, 84(5), 932–943. https://doi.org/10.1037/0022-3514.84.5.932
Smith, R. H., Turner, T. J., Garonzik, R., Leach, C. W., Urch-Druskat, V., & Weston, C. M. (1996). Envy and Schadenfreude. Personality and Social Psychology Bulletin, 22(2), 158–168. https:// doi.org/10.1177/0146167296222005
Random House Webster’s Unabridged Dictionary. (1998). New York, NY: Random House.
Learn More