YAŞLILARDA DEPRESYON
Depresyon, yaygın düşüncenin aksine yaşlanmayla birlikte gelişen doğal bir süreç değildir. Bu durum da bazen yaşlılarda depresyonun gözden kaçırılmasına neden olmaktadır. Depresyonun gözden kaçırılmasında etkili olan başka faktörler de vardır. Bunların başında bazı tıbbi rahatsızlıkların ve kullanılan bazı ilaçların depresyona benzer semptomlar oluşturması gelmektedir (Nordhus, 2008).
İlerleyen yaşla birlikte kişilerde depresyonun klinik görünümünde de birtakım değişiklikler görülmektedir. Depresyonun depresif duygudurum, üzgün olmaktan yakınma, kendini suçlu hissetme gibi semptomlarından ziyade ilerleyen yaşlarda daha çok yorgunluk, iştahsızlık, uyku problemleri, ağrı, unutkanlıkla ilgili şikayetler ön plana çıkmaktadır (O’Donoghue, 2011).
Depresyonun bazı sosyodemografik gruplardaki yaşlılarda görülme olasılığı daha yüksektir. Örneğin ilerleyen yaşlardaki kadınlarda erkeklere göre daha çok depresyon görülmekte, 70-75 yaş grubundaki yaşlılarda diğer yaş gruplarına göre ve medeni durumu dul veya boşanmış olan yaşlılarda evli olan yaşlılara göre depresif belirti puanı daha yüksek çıkmaktadır (Özen Çınar ve Kartal, 2008).
Yaşlılardaki depresyonun tedavi edilmesi oldukça önemlidir. Çünkü bu kişiler depresif dönemleri boyunca sosyal hayattan uzaklaşırlar ve yaşam kaliteleri düşer.
Tedavi sürecine girmeden önce depresyon semptomları ayrıntılı olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme sonucunda bir ilaç tedavisi uygulanacaksa öncelikle kişinin genel sağlığı hakkında bilgi toplanır ve ilaç almasını engelleyecek bir rahatsızlığının olup olmadığına bakılır. Kişiyle bir psikoterapi sürecine girilecekse özellikle kayıplar, yaklaşan ölüm korkusu, işe yaramazlık gibi konular üzerinde çalışılır. Eğer kişi başlanan tedaviler ışığında olumlu bir gelişim göstermiyorsa tedavinin uygunluğu ve yeterliliği gözden geçirilir. Eğer tedavinin hala uygun olduğu düşünülüyorsa uygun olacağı düşünülen farklı bir psikolojik tedaviye geçilebilir ya da önceki tedaviyle birlikte devam ettirilebilir. Bazı çalışmalarda bu tür durumlarda Elektrokonvülsif Tedavi (EKT) de uygulanmıştır (Eker ve Noyan, 2004).
Tüm bu tedavi süreci boyunca kişinin intihar riski de göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü tedavi edilmeyen depresyon, tüm intiharlarda olduğu gibi depresyonda olan yaşlılarda da oldukça yaygın olarak görülmektedir (Aslan ve Hocaoğlu, 2004). Bu noktada kişiyi yalnız bırakmamalı, mümkünse diğer aile üyelerinin desteği sağlanmalı ve kişinin farklı sosyal etkinliklere katılımını sağlayarak diğer kişilerle olan iletişimi arttırılmalıdır.
Kaynakça
Aslan, M., & Hocaoğlu, Ç. (2004). Yaşlılarda intihar davranışı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(3), 294-309.
Eker, E., & Noyan, A. (2004). Yaşlıda depresyon ve tedavisi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2, 75-83.
Nordhus, I. E. (2008). Manifestations of depression and anxiety in older adults. B. Woods & L. Clare (Eds.). Handbook of the Clinical Psychology of Ageing. (2. Basım) (ss. 97-110). West Sussex, UK: John Wiley & Sons.
O’Donoghue, M. (2011). Depression and ageing: Assessment and intervention (P. Ryan, Ed.). In P. Ryan & B. J. Coughlan (Eds.), Ageing and older adult mental health: Issues and implications for practice (ss. 127–142). Routledge/Taylor & Francis Group.
Özen Çınar, İ., & Kartal, A. (2008). Yaşlılarda depresif belirtiler ve sosyodemografik özellikler ile ilişkisi. TAF Preventive Medicine Bulletin, 7(5), 399-404.
Learn MoreGÖRÜLMEYEN DUYGULAR: UTANÇ VE SUÇLULUK
Sosyal duygular olarak sınıflandırılan utanç ve suçluluk, bir sosyal dışlanma tehlikesi sırasında davranışı düzenleyen bir uyarı sinyali veya fizyolojik bir ceza olarak değerlendirilir. Bu duygular birçok psikolojik konuda kilit rol oynar ve bilişsel psikoloji ile yakından ilişkilidir. Utanç ve suçluluğun günlük yaşamdaki işlevlerinin yanı sıra uyumsal ve fizyolojik özellikleri, evrimsel özellikleri ve nörolojik yapıları, bu duygular ile bilişsel yapılar arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir(Söylemez, Koyuncu, Amado, 2018). Temel duygular kuramının kurucusu Paul Ekman, bir duygunun temel duygu olarak değerlendirilebilmesi için sahip olması gereken birtakım özelliklerden bahsetmiştir (Ekman ve Cordaro, 2011). Söz konusu özelliklerden birkaçı; ayrık evrensel işaretler, ayrık fizyolojik özellikler, otomatiklik, belirli olaylar sonucunda ortaya çıkma, diğer primatlarda da gözlenme, hızlıca ortaya çıkma ve kısa sürme, davetsiz bir şekilde ortaya çıkma ve ayrık öznel deneyim olarak belirtilmiştir. Temel duyguların (öfke, korku, üzüntü, mutluluk, iğrenme, şaşırma) yaşamın ilk yıllarında ve otomatik olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir (Tomkins, 1991).
Utanç ve suçluluğu temel duygulardan ayıran en belirgin özellik olarak, bu duyguların öncelikle kişinin benlik (self) bilincine sahip olmasını gerektirmeleri gösterilmektedir (Lewis ve ark., 1989). Buna göre; utanç veya suçluluk duyguları kişinin, içinde bulunduğu olumsuz durumu değerlendirmesi ve bu durumun sahip olduğu benlik kavramı ile bağdaşmadığını ayırt etmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır (Tangney ve Dearing, 2003). Utanç ve suçluluğun sahip olduğu bir diğer önemli özellik ise başkalarını da kapsamaları ve içinde yaşanılan topluma, kültüre duyarlı duygular olmalarıdır (Yang, Yang ve Chiou, 2010). Bu duygular, toplum içerisinde (gerçekte veya hayali olan) ötekine karşı hissedilen duygular olmaları nedeniyle sosyal duygular kategorisinde yer almaktadır (Gilbert, 2003).
Toplumca uygun görülmeyen şekilde davranmak, her zaman bir ceza ile sonuçlanmasa bile içinde bulunulan bu durumun, başkaları tarafından hoş görülmediğine işaret etmekte ve (utanç ve suçluluk gibi) negatif duyguların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Daha açık şekilde söylemek gerekirse, kişi bu negatif duyguları yaşamamak için toplum içinde öğrendiği kuralları ve standartları aşmamaya ve toplumdaki öteki kişilere göre davranmaya yönelmektedir.
KAYNAKÇA:
Ekman, P. ve Cordaro, D. (2011). Duyguları temel olarak adlandırmakla ne kastedilmektedir. Duygu İncelemesi, 3(4), 364–370.
Lewis, M., Sullivan, MW, Stanger, C., & Weiss, M. (1989). Kendini geliştirme ve bilinçli duygular. Çocuk Gelişimi, 60(1), 146–156.
Söylemez, S., Koyuncu, M. ve Amado, S.(2018). Utanç ve Suçluluk Duygularının Bilişsel Psikoloji Kapsamında Değerlendirilmesi. Psikoloji Çalışmaları , 38 (2) , 259-288 .
Tangney, JP ve Dearing, RL (2003). Utanç ve suçluluk. New York, NY: Guilford Press
Tomkins, SS (1991). Duygulanım, imgelem, bilinç: Öfke ve korku. New York, NY: Springer.
Yang, ML, Yang, CC ve Chiou, WB (2010). Suçluluk başka bir yönelime, utanç ise benmerkezci öz odaklanmaya yol açtığında: Negatif duyguların farklı şekilde hazırlanmasının perspektif alma üzerindeki etkileri. Sosyal Davranış ve Kişilik: Uluslararası Bir Dergi, 38(5), 605-614.
Learn MoreUyku Bozukluğu
Uyku, insan yaşamının sürdürülmesinde önemli ve gerekli olan farklı bir bilinç halidir. Hayatta kalabilme ihtiyaçlarından ve en temel ihtiyaçtan biri olan uyku, insan sağlığının en önemli parçasıdır. Uykunun kalitesi insanın yaşamını ve iyilik halini etkilemektedir. Bu kalitenin kötü olması birçok hastalığın kapısını açabilir ve risk etmeni olarak görülür (Özgüvenç, 2016).
Uykuda bilişsel yetiler azalırken fizyolojik olarak aktiflik devam eder. Bilinç açık olmadığından kişi etrafta olan bitenin farkında olmaz. Uyku sırasında vücut dinlenir, bağışıklık sistemi güçlenir, sinir sistemi düzgün çalışır ve kişi ertesi güne hazırlanmış olur. Uykuda düzensizlikler başladığında ise bu işleyişte aksilikler oluşmaya başlar ve yaşam olumsuz etkilenir. Konsantrasyon, hafıza ve beynin günlük işleyisinde negatif etkiler görülür. Düzensizliğin devam etmesi durumunda da ruhsal ve bedensel problemler ortaya çıkmaya başlar (Baltacı, 2020).
DSM-5’ te Uyku-Uyanıklık Bozuklukları başlığı altında ele alınmış olan uyku bozuklukları:
- İnsomnia – Uykusuzluk Bozukluğu
- Hipersomnia – Aşırı Uyku Bozuluğu
- Narkolepsi
- Solunumla İlişkili Uyku Bozuklukları
- Hipopnesi – Tıkayıcı Uyku Apnesi
- Santral Uyku Apnesi – Merkezi Uyku Nefes Tıkanıklığı
- Hipoventilasyon – Uyku ile İlişkili Az Hava Alınması
- Yirmi Dört Saatlik (Sirkadyen) Düzenle İlgili Uyku – Uyanıklık Bozuklukları
- Parasomnialar
- NREM Uyku Evresi Bozukluğu (Arousal Bozukluklar, Konfizyonel Arousallar, Uykuda Yürüme, Uyku Terörü, Uyku ile İlişkili Yeme Bozukluğu)
- REM Uyku Evresi Bozukluğu (Kabus Bozukluğu, REM Uykusu Davranış Bozukluğu, Yineleyici Paralizi)
- Huzursuz Bacak Sendromu
- Madde/İlaç Kullanımına Bağlı Uyku Bozukluğu (Kring vd., 2017).
Bu bozukluklardan en sık karşılaşılanı insomnia’ dır. Tedavisinde ise öncelikli olarak uyku hijyeni sağlanmalıdır. Psikolojik rahatsızlıklar; psikotik bozukluklar, demans, deliryum, depresyon, anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, madde kötüye kullanımı, akut stres bozukluğu ve duygudurum bozukluklarında sık olarak olarak uyku bozuklukları görülmektedir. Bu tür durumlardaki uyku sorununun tedavisi için öncelikli olarak psikolojik sorunlar tedavi edilmelidir ve bunun içinde ruh sağlığı uzmanlarından destek alınması önemlidir.
REFERANS
Baltacı, B. (2020). Üniversite Öğrencilerinde Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) Uyku Bozukluklarıyla İlişkisi. (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Gelişim Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı, Kilnik Psikoloji Bilim Dalı. İstanbul.
Kring, A. M., Johnson, S. L., Davison, G., Neale, J. (2017). Anormal Psikolojisi/Psikopatoloji. İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık.
Özgüvenç, B. (2016). Uyku Bozukluğu Kliniğine Başvuran Parasomnia Teşhisi Almış Bireylerin Parasomnia Algıları ve Bu Algının Depresyon, Anksiyete ve Stres Düzeyine Etkisi. (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Arel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı. İstanbul.
Learn MoreGELİŞME DÖNEMİNDEKİ ÇOCUKLARDA NEVROTİK BELİRTİLER
Gelişme çağında görülen nevrotik belirtiler bilişsel bozukluklardan çok davranış ve tutum bozuklukları olarak düşünülmelidir.
Belirtiler; çocuğun annesi, yaşamında önemli olan kişiler ve çevresinde ilişki kurduğu diğer kişilerle birtakım sorunlar yaşamasıyla ilişkili olup kısa sürede sönen anlık patlamalar şeklindedir. Zayıf bir savunmanın ürünü olan bu belirtiler aslında çocuğun psikolojik gelişiminde duraklama olduğunun bir göstergesidir.
Çocukluk çağında görülen bu nevrotik belirtiler 6 başlık altında toplanabilir;
- Kaygı: Çocuk yaklaşmakta olan gerçekdışı bir tehlikeyi korkuyla beklemektedir. Klinik belirtileri değişiklik göstermektedir. Ara sıra şiddetlenen belirtiler şeklinde olabileceği gibi sürekli bir kaygı hali de görülebilir. Özellikle akut kaygı nöbetleri görüldüğünde buna kusma, karın ağrısı ve baş ağrısı gibi bedensel belirtiler de eklenebilir. Çocuk 8-9 yaşına geldiğinde bu kaygı belirtilerini öfke nöbetleri, fevri davranışlar, gerginlik yaratan ortamlardan kaçma gibi davranışlarla dışa vurmaya başlar.
- Psikosomatik bozukluklar: Duygusal gerginlikler; hareketlerle ya da konuşmayla dışa vurulmazsa organlarda görülen bazı belirtiler şeklinde dışa vurur. Bunlara iştahsızlık, deri belirtileri, karın ağrıları ve şiddetli baş ağrısı örnek verilebilir.
- Depresyon: Depresyon yaşayan çocuklar diğer çocuklarla oynamayı sevmeyen, yürümeye ve konuşmaya geç başlayan ve oturdukları yerde durmadan sallanan çocuklardır. Bunlara zihinsel gelişmede bozukluk, ilgisizlik, dikkati bir noktada toplama güçlüğü ve bellek bozuklukları da eşlik edebilir.
- Histeri: Kız çocuklarında daha sık rastlanmakla birlikte aniden ses yitimi, felç ve körlük belirtileri şeklinde görülür. Yoğun bir duygusal birikim bedensel belirtilerle ifade edilmiş halidir. Histeri en sık kas-hareket sistemiyle ilgili belirtilerle ortaya çıkar.
- Saplantı: Çocuklar oyuncak ayısının üzerini örtmek, oda kapısının kapalı olduğundan emin olmak gibi bazı törensel davranışlarda bulunarak bilinmeyen ve tehdit edici bir korkuyu yendikleri yanılgısına düşerler. Aslında bu saplantının temelinde çocuğun kabul etmediği ama etkisinden çıkamadığı bazı düşünceler yer almaktadır.
- Fobi: Çocuk bilinmeyen bir tehdide karşı yoğun bir iç sıkıntısı yaşamaktadır. Bu fobiler; yabancılardan korkma, küçük hayvanlardan korkma, annenin ölmesinden korkma gibi farklı konulara yönelik olabilmektedir (Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi, 1993).
Referanslar
Gelişme çağında nevrotik belirtiler. Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1993.
Learn MoreALKOLİZM VE GENETİK
Alkol tüketiminin en büyük zararı bağımlılığa neden olmasıdır. Bağımlılığın psikiyatrik olarak bir sendrom sayılması için ise maddeye karşı toleransın gelişmesi, madde azaltıldığında ya da kesildiğinde yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması, madde kullanımı nedeniyle sosyal, kişisel ve fiziksel aktivitelerin olumsuz olarak etkilenmesi gibi bazı gerekliliklerin karşılanması gerekmektedir (Harris vd, 2012).
Kişiyi alkolizmden koruyan ya da diğer insanların aksine alkolizme daha yatkın hale getiren birçok sosyokültürel, psikolojik, fizyolojik faktör bulunmaktadır. Alkolizmin altında yatan genetik faktörleri açıklamak için aile, ikiz, evlat edinme gibi çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Aile çalışmaları sonucunda birinci derece akrabalarda alkolizmin görülmesinin alkolizm riskini arttırdığı bulunsa da bunun genetik aktarım yoluyla mı yoksa alkolik davranışların model alınması yoluyla mı ortaya çıktığını net bir şekilde açıklamak zordur. İkiz çalışmaları sonucunda alkolizminde genetik aktarımın önemli bir rolü olduğu görülmüştür. Fakat bazı çalışmalar kadınlarda genetik aktarımın daha belirgin olduğu başka bir deyişle cinsiyete göre farklılaştığı sonucuna varmıştır. Erkeklerdeki alkolizm ise daha çok çevresel faktörlerle (arkadaş, iş ortamı vb.) açıklanmıştır. Evlat edinme çalışmalarında ise hem biyolojik ebeveynlerin alkolik olduğu fakat sağlıklı ebeveynler tarafından evlat edinilmiş çocuklarda hem de sağlıklı ebeveynlerin çocukları olmalarına rağmen evlat edinildiği ebeveynlerin alkolik olduğu ailelerdeki çocuklarda ilerleyen yaşlarda belirgin olarak alkolizme rastlanmıştır. Fakat daha sonra yapılan çalışmalarda ilk grubun ikinci gruba göre alkolik olma olasılığının daha yüksek olduğu bulunmuştur (Coşkunol vd, 1999). Tüm bu çalışmalar ışığında alkolizmin açıklaması zor ve karmaşık bir yapısı olduğu söylenebilir fakat genetik faktörlerin alkolizm üzerinde daha etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Alkolizm ve genetik arasındaki ilişkiyi açıklayan biyolojik yaklaşıma göre ise alkolizmin kalıtımla geçen bir enzim bozukluğu olduğu bu sebeple de kişilerin doğuştan alkole daha duyarlı olduğu iddia edilmektedir. Kişiler alkole daha az dayanıklı oldukları için daha çok alkol tüketmektedirler. Aynı yaklaşımla farklı coğrafi bölgelerde yaşayan kişilerin alkol tüketimlerinin farklı olması da açıklanmıştır. Örneğin Asyalılar; İrlanda, İskoçya gibi ülkelerde yaşayan Avrupalılara göre alkole daha az dayanıklıdırlar (Ünal, 1991).
Kaynakça
Coşkunol, H. & Altıntoprak, E. (1999). Alkol kullanımının genetik yönleri. Klinik Psikiyatri Dergisi, 2, 222-229.
Harris, K. R., Graham, S., & Urdan T. (Eds.). (2012). APA educational psychology handbook (Vols. 1–3). American Psychological Association Ünal, M. (1991). Madde bağımlılığı ve alkolizmde aile. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi
Learn More21/90 KURALI
Hayatımızda her gün yaptığımız eylemler alışkanlıklarımızı belirler. Bu alışkanlıklar, hedeflerimize giden yolda önemli bir araçtır. Kurala ismini veren ilk sayı “21” bir alışkanlıktan vazgeçmek veya bir alışkanlık edinmek için beynimiz ihtiyaç duyduğu minimum gün sayısını ifade eder. Diğer sayı “90” ise vazgeçilen veya alışkanlık haline getirilen davranış modelinin sürdürülebilir olması için gerekli olan gün sayısıdır.
21/90 KURALI NASIL UYGULANIR?
Günlük hayatta rutin haline gelmiş olan pek çok alışkanlığımızı aslında düşünerek yapmayız. Bunların hepsine refleks ve doğuştan demek yanlış olacaktır. Esasında günlük rutinimizi oluşturan pek çok hareket ve davranışımız bir alışkanlıkla başlayıp rutin haline gelmiştir. Bu alışkanlıkların bazıları zorunlu nedenlerle ortaya çıkmış olsa da bazıları tamamen bizim isteğimize bağlıdır. Örneğin; her sabah işe gitmek için yataktan kalkıp yürümek bir zorunlulukken her hafta sonu aynı saatte yürüyüşe çıkmak kişinin kendi isteğiyle alışkanlık haline getirdiği bir rutindir. Öyleyse doğuştan sahip olmadığımız alışkanlıkları sonradan edinebilmek de mümkündür. Bunun için ihtiyacımız olan 21 gün boyunca aynı şeyi yapmak ve istikrarlı olmaktır. (fikirdengirisime.com).
Nasıl Başlamalıyız?
- 21 gün boyunca edinmek istediğiniz bir alışkanlığı hedef olarak belirleyin. 3 hafta boyunca bu hedefi düzenli bir şekilde aksatmadan uygulamaya çalışın.
- Belirlediğiniz hedefi 21 gün boyunca aynı zaman diliminde yapmanız alışkanlık kazanmanızda önemlidir.
- 21 gün boyunca edinmek istediğiniz davranışların yanında kendiniz için olumlamalar yazın. Bu olumlamalar hem motivasyonunuzu artıracak hem de hayata daha güzel bakmanızı sağlayacaktır.
- Alışkanlık hedefinizin yanında sizi mutlu edecek aktiviteler ekleyin. Resim yapmak, müzik dinlemek, yürüyüş yapmak ya da sevdiğiniz bir insanla konuşmak vb.
- 21 gün sonunda alışkanlık haline gelmiş olacaktır. Eğer bu alışkanlıkları 90 gün boyunca devam ettirirseniz artık yeni bir yaşam tarzı edinmiş olursunuz (psikolojievreni.com/21-gun-kurali/).
Hayatınızı Güzelleştirecek Alışkanlık Önerileri
- Erken kalkmak
- Spor yapmak
- Kitap okumak
- Sağlıklı beslenmek
- Yürüyüş yapmak
- Günlük tutmak (psikolojievreni.com/21-gun-kurali/).
Yapılan araştırmalar ve uzman görüşleri istikrarlı bir şekilde devam edilen 21 günlük süreç sonucunda alışkanlığın artık bir rutin haline geldiğini söylüyor böylece vazgeçme veya alışma durumu gerçekleşmiş oluyor (fikirdengirisime.com).
KAYNAKÇA:
Learn MoreSınırda Kişilik Bozukluğu ve Yakın Partner Şiddeti İlişkisi
Yakın partner şiddeti (IPV), ‘’yakın bir ilişki içerisinde kişinin başka bir kişi tarafından fiziksel, psikolojik ve cinsel olarak istismar edilmesi durumudur’’ (APA, 2007). Çift mevcut veya geçmiş bir şekilde; flört ediyor, birlikte yaşıyor, ve evli olabilir. IPV, dünya çapında ciddi bir fiziksel ve sağlık sorunudur. Daha önce yapılmış olan araştırmalar sonucuna göre, çocukluk esnasında yaşanan kötü davranışların IPV (Yakın Partner Şiddeti) arttırdığı söylense de, bu ilişkinin altında yatan psikolojik mekanizmalar henüz tam olarak anlaşılmamıştır. Fakat, kişilik bozuklukları son zamanlarda IPV’nin etimolojisinin anlaşılmasında önem kazanmıştır. Birçok model, kişilik bozukluğu değişkenlerini IPV ile ilgili potansiyel faktörler olarak dahil etmiş olsa da, yetişkin IPV literatüründe özellikle ilgi çekici olan, borderline kişilik bozukluğu (BPD) özelliklerinin rolü olmuştur.
Borderline kişilik (BP) bozukluğunun açıklamasını ve tanı kriterlerini önceki blog yazımda bahsetmiştim. Okumadaydınız, https://bit.ly/3xCnDoj adresinden göz atabilirsiniz. Borderline kişilik (BP) özellikleri, hem çocukluk hem de yetişkin ilişkilerinde kişilerarası şiddetle ilişkilendirilerek şiddet döngüsünde önemli bir rol oynayabilir. (Karause-Utz ve diğerleri, 2021, s. 6693 ).
Düzensiz duygu, saldırgan ve dürtüsel davranış, yoğun kişilerarası ilişkiler ve gerçek veya hayali terk edilmekten kaçınmak gibi BPD semptomları olan kişilerin yakın partner şiddeti yaşama durumu muhtemeldir. Çünkü, bu özelliklerin çocuklukta kötü muamelenin etkisi altında geliştirdiği düşünülmektedir ve IPV artışının da bununla ilişki olduğu gözlemlenmektedir. Ayrılık endişeleri, terk edilme korkusu, ve yalnız kalmaya tahammülsüzlük nedeniyle artan duygusal sıkıntı, BPD’de dürtüsel saldırganlığa yol açabilir.
Yapılan araştırmalarda, IPV tedavisi gören bir erkek örnekleminde BPD’nin kronik öfke, kıskançlık ve daha yüksek sözel ve fiziksel saldırganlık sıklıkları ile önemli ölçüde ilişkili olduğunu gözlemlemişlerdir. Araştırmalar ayrıca, BPD teşhisi konan şiddetli erkeklerin proaktif olarak değil, şiddeti reaktif olarak kullanma eğiliminde olduğunu bulmuştur. Bu tür şiddet, plansız, dürtüsel olarak kabul edilir ve buna yüksek düzeyde uyarılma veya öfke eşlik eder. Bu çalışmalar, kişilik bozukluğunun IPV işlemek için bir risk belirteci olabileceği hipotezine destek sağlar. Kadın partnerler üzerine yapılan araştırmalar çok azdır ve bu sebeple elde edilen bulgular çok fazla değildir. Her iki cinsiyete bakıldığı zaman, IPV mağduriyeti ile sınırda kişilik özellikleri arasındaki ilişki her iki cinsiyette de mevcut olduğundan, yüksek sınır kişilik özelliklerine sahip eşlerin şiddete daha yatkın eş seçme riskinin arttığını tahmin etmektedir. Erkekler için, BPD semptomları dışa yönelim sorunları ve öfke ile karakterize olurken, kadınlar için BPD semptomları içselleştirme sorunları ve duygu düzenleme bozukluğu ile karakterize olma eğilimindedir.
Psikolog Şeyma Soyal
Referanslar
Reuter, T. R., Sharp, C., Temple, J. R., & Babcock, J. C. (2015). The relation between borderline personality disorder features and teen dating violence. Psychology of Violence, 5(2), 163–173. https://doi.org/10.1037/a0037891
McKeown, A. (2014). Attachment, personality and female perpetrators of intimate partner violence. The Journal of Forensic Psychiatry & Psychology, 25(5), 556–573. https://doi.org/10.1080/14789949.2014.943792
Mauricio, A. M., Tein, J. Y., & Lopez, F. G. (2007). Borderline and Antisocial Personality Scores as Mediators Between Attachment and Intimate Partner Violence. Violence and Victims, 22(2), 139–157. https://doi.org/10.1891/088667007780477339
Krause-Utz, A., Martens, L. J., Renn, J. B., Lucke, P., Wöhlke, A. Z., van Schie, C. C., & Mouthaan, J. (2021). Chilhood Maltreatment, Borderline Personality Features, and Coping as Predictors of Intimate Partner Violence. Interpersonal Violence, 36(13-14), 6693-6721.
VandenBos, Gary R. 2007. APA dictionary of psychology. Washington, DC: American Psychological Association.
Learn MoreROMANTİK İLİŞKİLERDE KISKANÇLIK
Kıskançlık; az şiddetli ya da çok şiddetli davranış ve tepkilere dönüşebilen duygu ya da ruhsal durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı insanlarda kısa süreli ruhsal değişikliklere yol açarken bazı insanlarda ise kaygı, kalp çarpıntısı, öfke gibi daha karmaşık tepkilere yol açabilmektedir.
Kıskançlığı farklı başlıklar altında inceleyebiliriz;
-Yetersizlik duygusu olarak kıskançlık; kişi aşk aracılığıyla kendi benliğini güçlendirir. Her zaman partnerine karşı bir güvensizlik hisseder ve terk edilme korkusu hissedilir.
-Yansıtma olarak kıskançlık; kişi kendi sadakatsizliğini partnerine yansıtır. Bu aslında kişinin kendi suçluluk duygusunu hafifletmek için geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır.
-Sahiplenme olarak kıskançlık; aşk özellikle de cinsellik kişinin güvence ihtiyacından doğar. Gösterilen ilgi aslında partnere değil partnerden kendisine yönelen duygulara yöneliktir. Kişi partnerinde huzur, güç, tatmin, kabul edilme arar ve bunları elde etmek için de partnerine öfkeli, abartılı, tutkulu, çocuksu ve yönlendirici davranışlarda bulunur.
-Bastırılmış eşcinsellik olarak kıskançlık; kişi kendi gizli eşcinselliğini bastırır ve bilinçdışına iter. Bu durumda rakibe duyulan nefret, onun çekiciliğine karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar.
Kıskançlık hezeyanı ise ortada gerçek bir neden olmadan ortaya çıkar. Bu durumda kişinin duygusal yaşamına kıskançlık yön verir. Kişi sürekli partnerinin sadakatsizliğine yönelik kanıt ve işaretler arar hatta bazen bunları kendisi yaratır. Kıskançlık hezeyanının başlıca belirtilerine bakacak olursak; sürekli bir şeyleri sorgulama, aşırı kuşkulu olma, öfke patlamaları, çeşitli varsayımlarda bulunma ve sürekli kavga etmeye eğilimli olma sayılabilir. Kıskançlık hezeyanları özellikle de kronik alkolizm vakalarında sıklıkla rastlanmaktadır (Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi, 1993).
İlişkideki kıskançlığın çeşitli değişkenler ile ilişkisini inceleyen bir araştırmada araştırmacılar, evli olmayan kişilerin kendilerini evli olanlardan daha kıskanç bulduklarını görmüşlerdir. Evli olmayan kadınların belirttikleri kıskançlık düzeyi evli olanlardan daha yüksektir. Ayrıca evli kadınlar evli erkeklerden daha yüksek bir kıskançlık düzeyi belirtmişlerdir. Tüm bunlara ek olarak kıskançlık durumunda, kadınların erkeklerden daha şiddetli fiziksel, duygusal ve bilişsel tepki verdiklerini belirttikleri görülmüştür (Demirtaş vd, 2006).
Bu noktada bağlanma stilleri kıskançlık düzeyinin önemli bir yordayıcısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin kaygılı bağlanma arttıkça kıskançlık artmakta, kaçınmacı bağlanma arttıkça kıskançlık azalmaktadır (Sümer, 2017).
Kaynakça
Demirtaş H. A, & Dönmez A. (2006). Yakın ilişkilerde kıskançlık: Bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(3), 181 – 191.
Kıskançlık. Medicana Genel Sağlık Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1993.
Sümer, S. (2017). Romantik ilişkilerde bağlanma stilleri, romantik kıskançlık ve ilişki doyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi. Hasan Kalyoncu Üniversitesi. 1-100
Learn MoreSosyal Fobi
DSM-5’ de sosyal fobi, kişinin gözlemlendiği durumlarda veya sosyal durumlarda kaygı ve korku duyması olarak tanımlanmıştır (APA, 2013). Sosyal fobisi olan insanlar sosyal çevrelerde olumsuz değerlendirilmekten korkarlar ve bu yüzden kızarma, terleme gibi bazı fiziksel tepkiler gösterirler (Dilbaz, 1997). Sosyal fobinin oluşmasında etkili olan faktörlere bakıldığı zaman karşımıza öncelikle biyolojik etkenler çıkmaktadır. Yapılan bir araştırmada aileden birinin sosyal fobisinin olmasının, sosyal fobinin görülme sıklığını arttırdığı sonucuna varılmıştır. Psikolojik etkenlere bakıldığı zaman ise bireyin ebeveynlerinin sıkı ve kontrolcü bir tutum ve sergilemesi sonucunda bireyde sosyal fobi gözlemlenmiştir. Yanlış inançlarda sosyal fobiyi etkileyen etkenlerden biridir. Sosyal bir ortamda yapılan bir hareket karşısında alınan tepki bireyin inançlarını etkileyerek, kaygı duymasına neden olmaktadır (Ülkü, 2017). Freud’a göre sosyal fobi ego savunma düzeneklerinden yer değiştirmeyle oluşur. Bilinçdışındaki endişenin bir obje ya da nesne ile yer değiştirmesidir. Freud fobileri küçük Hans vakasıyla açıklamaktadır (akt. Bayramkaya, 2009). Rapee ve Heimberg (1997), bilişsel davranışçı kuramlarında sosyal fobiye sahip olan kişilerin diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirileceğine ilişkin bir inancı olduğunu ve bireyin bunu dışarıdan gelen bir tehdit olarak algıladığını söylerler.
Sosyal fobi ile ilgili yapılan literatür araştırmasında, cinsiyet açısından değişip değişmediğiyle ilgili belirli bir bulgu olmasa da yapılan bir çalışmada, kadınlarda daha çok görüldüğü, fakat klinik çalışmalarda daha fazla erkek bireye rastlanıldığı bulunmuştur (Dilbaz, 1997).
Kaynakça
American Psychological Association, (2013). DSM-5 tanı ölçütleri başvuru elkitabı. (çev., Köroğlu, E.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Bayramkaya, E. (2009). Sosyal fobi belirtileri, yetişkin bağlanma boyutları ve kişilerarası ilişki biçimleri arasındaki ilişkiler (Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Dilbaz, N. (1997). Sosyal fobi. Psikiyatri Dünyası, 1 (1), 18-24.
Rapee, R. M., and Heimberg, R. G. (1997). A cognivite – behavioral model of anxiety in social phobia. Behaviour Research and Therapy, 35 (8), 741-756.
Ülkü, H. (2017) Gençlerde sosyal görünüş kaygısı ile sosyal anksiyete arasındaki ilişkinin toplumsal cinsiyet bağlamında incelenmesi (Yüksek Lisans Tezi). Üsküdar Üniversitesi, İstanbul.
Learn MoreŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Şizoid kişilik bozukluğuna sahip bireylerin en belirgin özelliği ilişki kurmakta isteksiz olup içe kapanık olmalarıdır. Belirgin özelliklerindeki çekingen ve içe kapanık yapıları nedeniyle ilişkilerini yönetmekte zorluk çekerler ve sosyal hayata katılmakta isteksizdirler. Ayrıca yalnız kalmayı sevdiklerinden dolayı insanları kendilerinden uzaklaştırır ve bu durum sosyal ortamda bulunmakta zorluk çekmelerine neden olur (Million vd., 2004).
Şizoid kişilik bozukluğunun ayırıcı tanılarından biri bu kişilerin, başkalarıyla ilişkiye girip başetmek zorunda kalmadan direkt olarak uzak kalmayı tercih etmeleridir. Çünkü bu kişilerin başkalarıyla başetme yöntemleri azdır. Başkalarının kendilerini fazla ilgilendirmediğini bilirler. En ilginç olanı ise başkalarınında kendilerine karşı ilgisiz olma eğiliminde olduklarının farkında olmalarıdır (Çakır, Bilge, 2020).
Konuşmaları yavaş, tekdüze, çarpık, belirsiz ve ne demek istedikleri belli olmayacak şekildedir. Konuşmalarda yaptıkları davranışlar uyuşuktur ve anlamsız el-kol hareketleri vardır. Tuhaf davranışları, garip ve paranoid fikirleri kişilerarası ilişkide izolasyon ve sosyal anhedoni ile karakterize olur. Kendi hallerinde yaşatmayı, mesafeli olmayı yeğlerler. Nadiren neşeli, nadiren öfkeli görünür ve ifade ederler. Duygusal tepkisizlik ve apati bu bozukluğun başlıca özelliklerindendir.
Nadiren de iç gözlemde bulunurlar, derin duygular yaşayamadıkları için kendilerini değerlendirmede doyum sağlayamazlar. İçgörülerinin zayıf olması şizoid kişilik bozukluğunun diğer bir özellliğidir. Kendilerini tanımlarken de içedönük, yumuşak ve düşünceli olarak bahsederler. Rekabetçi tutumlardan ve tutkulardan uzak durmaktan hoşnutturlar.
Belirtileri geç çocukluk veya ergenlikte görülmeye başlar. Bireyler bu bozukluğun tam bilincinde değildir fakat bir çoğu diğer insanlardan farklı olduğunu hissetmektedir. Erkeklerde görülme sıklığı kadınlardan daha fazladır. Ayrıca bu bireyler intihar etmeyi de düşünürler ama bu oran çok yüksek değildir. Olası tüm ilişkileri sonlandığında depresyon daha sık görülür. İntihar daha çok bir savunma mekanizmasıdır (Köroğlu, Bayraktar, 2010).
Bu bozukluğun tedavisinde en uygun yöntem psikoterapidir. Bazı hastalar bunun yanı sıra ilaç tedavisi de alabilir. Terapinin zor kısmı ise bireylerin terapiye katılmak istememeleri ve ısrara ihtiyaç duymalarıdır. Bu yüzden doktorun tavrı önemlidir. Bir diğer önemli olan durum ise tedaviye katılan hastanın tedaviyi aksatmadan devam etmesidir. Bu şekilde başarılı sonuç alma sanşı yüksektir.
Referans
Çakır, İ., Bilge Y. (2020). Şizoid Kişilik Bozukluğu Etiyolojisi Üzerine Bir Derleme. Psikoloji Bölümü Kitap Bölümü Koleksiyonu. https://hdl.handle.net/20.500.12436/2213
Köroğlu E., Bayraktar, S. (2010). Kişilik Bozuklukları. İstanbul: HYB Basım Yayın.
Millon, T., Millon, C. M., Meagher, S. E., Grossman, S. D., Ramnath, R. (2004). Personality Disorders in Modern Life. Canada:John Wiley & Sons.
Learn More