MUNCHAUSEN SENDROMU
Munchausen sendromu, Asher tarafından 1951 yılında hastanelerarası dolaşarak ve hastalık hikayeleri uydurarak kendine gereksiz yere cerrahi müdahaleler uygulanmasına razı olmuş bir grup hastayı belirtmekte kullanılmıştır. Asher ve arkadaşlarının tanımlamış olduğu bu sendromda hastalar muayene olmaya veya acil servislere sıklıkla klinik semptomlarla desteklenmiş uydurma öyküler ile gelmektedir. Çoğunlukla da hasta sonuç alamayarak hastaneden ayrılır ve aynı şekilde tekrar tekrar hastaneye başvuru yapar. Günümüzde bu hastalar hastalıklar ile ilgili bilgilere daha kolay ulaşabildiği için en zeki gözlemcileri bile aldatabilecek semptomları taklit edebilecek psikiyatrik sorunları olan bireylerdir (Eşiyok, Hancı, 2001).
Munchausen sendromu yapay bozuklukluğun en uç tipidir. Karakteristik olarak patolojik yalan, hasta taklidi ve sürekli dolaşma üçlemi görülmektedir. Ayrıca birçok bilinen hastalığın bilinçsiz olarak taklit edilmesi şeklinde görülen kronik ve ruhsal kökenli bozukluktur. Kendi kendisine zarar verecek travmatik yaralanmalar, ileri derecede iştahsızlık, termometre ile oynayarak beden ısısını yüksek göstermek, kendi kendisinin neden olduğu yaralara bağlı ciltte infeksiyonlar ve apseler görülebilmektedir (Erol vd. 2004).
Psikopatolojik olarak bu sendroma sahip bireylerde histrionik kişilik özellikleri, ağır duygulanım bozuklukları, bir veya birçok madde bağımlılığı söz konusu olabilir. Söyledikleri yalanlarda, yaptıkları taklitlerde bilinçsiz yaklaşımlar vardır. Davranışları ve konuşmaları bilinçdışı süreçlerle ortaya çıkar. Kişilerararası iletişim problemleri görülür. Aile içi sorunlar ve ekonomik problemler bu sendromun ortaya çıkmasına neden olabilir. Ağrı derecede suçluluk duygusu ve kişinin kendisini şiddetle cezalandırma dürtüsü bulunabilir. Bu durumlarda bireylerin operasyon gerektiren ciddi hastalıkları varmış gibi taklitler yapması alışkanlık halini alabilir. Bu sendromun anlaşılmaması durumunda ve kişinin ulaşmak istediği amaç doğrultusunda birçok gereksiz operasyon yapılabilir (Noyan,2000).
Hastaların birçok sağlık kuruluşuna başvurması, geçmiş öykülerini anlatmaktan kaçınmaları, dış kaynaklardan gelen bilgilere erişimlere izin vermemeleri, semptomların karmaşık ve bilinen hastalığa karşılık gelmemesi, çok sayıda ilaça alerjileri olması, fiziksel muayenede çok sayıda cerrahi izler, psikiyatri danışmanlığına karşı gelme, hastaneden taburcu edilmeden kısa süre içerisimde semptomların tekrardan ortaya çıkması ayırıcı tanı olarak ipucu olabilir. Kişi sorununu ve tedaviyi kabul ederse semptomları kontrol altına alınabilir. Yapılabilecek standart tedaviler ise psikoterapi ve bilişsel davranışçı terapidir.
REFERANS
Erol, A., Bayram, S., Mete, L. (2004). Çok Sayıda Ruhsal Bozukluğu Taklit Eden Bir Yapay Bozukluk Olgusu. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 5, 249-253
Eşiyok, B., Hancı, İ. H. (2001). Yapay Bozukluk: Munchausen Sendromu. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 10(9), 326-327.
Noyan, M. A. (2000). Yapay Bozukluklar. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 1(3), 162-173.
https://evrimagaci.org/munchausen-sendromu-yapay-bozukluk-nedir-hasta-olmayan-insanlar-neden-hastaymis-gibi-davraniyorlar-11748https://pixabay.com/tr/illustrations/doktor-hem%c5%9fire-hasta-corona-5947297/
Learn MoreOKYANUS ETKİSİ: FİLM GİBİ TANIŞMA
Hayatta pek çok tesadüfle karşılaşırız. Bu tesadüfler çoğu zaman yaşamımızı değiştirir ve bizleri yeni yolculuklara çıkartır. Bunlardan biri de başkalarıyla tesadüfen tanışmadır. Bu ani tanışmalara okyanus etkisi denir.
Şans Eseri Tanışma
Etkisi ve etkileşim gücü fazla olduğu için ismi buradan gelmektedir. Tesadüf eseri tanışan insanlar birbirlerine daha çok bağlı kalırlar ve bunun değerini bilirler. Şans eseri tanışıp, samimi olan kişilerin yaşamlarında farklı insanların varlığını hissederek yaşarlar. Yalnız ve pek de güvenli olmayan ortamlarda çok bulunan kişilerin sık sık kapıldığı bir durumdur. Film sahnelerinde çok rastlarız. Örneğin, kadın ve erkek tam köşe başından çarpışırlar ve kadının elindeki dosyalar yere düşer, adam da ona yardım etmek için eğilir ya; alın size okyanus etkisi tanışması (www.ensonhaber.com).
Okyanus Etkisinin Fizyolojisi
Özel gördüğümüz kişilere bağlanmak beynimizin ihtiyacı olan bir durumdur. Çoğu kişi bu durumu altıncı his olarak değerlendirir. Okyanus etkisi sonucunda tanıştığımız kimseyle oturup kahve eşliğinde sohbet etmek, beynimizin sohbetin gidişatına göre anında o kişinin doğru kişi olduğunu ayırt edebilecek kapasitededir. Çünkü acılarımız dinleniyorsa, teselli ediliyorsak, yeterli duygusal desteği alıyorsak bu durum beynimizde aynı ‘serotonin patlaması’ gibi bir etki uyandırır. Bu etki sonucunda o doğru bulduğumuz kişiyle güçlü bir bağ kurarız. Bu durum çoğu ilaçtan ve tedavi yönteminden daha etkilidir. Şans eseri karşılaştığımız insanlarla hayat boyunca bağlantıda olmak tabi ki harika bir duygudur. Ancak kimi zaman hayatımıza giren kişiler ne yazık ki düşündüğümüz gibi uzun süre ilişki şeklinde sonuçlanamayabiliyor. Daha önce okyanus etkisiyle gerçekleşmiş ilişkiler ‘keşke olmasaydı’ gibi bir cümle kullanmamıza neden olabiliyor. Ancak doğru kişilerle beraber olmak için kimi durumlarda yanlış kişileri tanımak gerekebilir(www.dergice.com). Belki de bazen bu gibi yanlış ilişkiler sonucunda karamsarlığa kapılmadan, her şeyi kontrol etmeden hayatın akışına kendimizi bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bağlanma ihtiyacımızın karşılanması için bizi ani karşılaşmalara, şansa ve tesadüflere inandıran bir kavramdır okyanus etkisi. Umarım hayatınıza girecek doğru insanı bu tür tatlı tesadüfler sonucunda bulabilmeniz dileğimle…
Psikolog Belkıs Boydağ
KAYNAKÇA:
christin-hume-610U5teI5B4-unsplash.jpg
Learn MoreALEKSİTİMİ
Aleksitimi sözcüğünün kökeni Yunanca’ya dayanmaktadır. Yunanca’dan dilimize “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevirilmiştir (Dereboy, 1990). Psikosomatik kuramcılar tarafından ortaya atılan aleksitimi başlarda, fizyolojik bir neden dayanmayan psikolojik belirtilerin açıklanması amacıyla kullanılmıştır (Blanchar, Arena ve Pallmayer, 1981). Fakat ilerleyen zamanlarda aleksitiminin sadece psikosomatik durumlara özgü olmadığı, sağlıklı bireylerde de sıkça görüldüğü gözlemlenmiştir. İlk defa 1972 yılında Sifneos bir konferansta bu tür duygusal durumları anlatmak için aleksitimi sözcüğünü kullanmıştır (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
En basit şekli ile duyguların fark edilmesi, tanınması, ayırt edilmesi ve ifade edilmesinde güçlükler yaşanması şeklinde tanımlanabilmektedir (Koçak, 2003). Taylor (1984) ve Sifoneos’a (1998) göre aleksitimi bir hastalık değil, kişilikle ilgili bir bileşendir. Psikoloji literatürüne Sifoneas tarafından katılan bu kavram, düşlem ve fantezi dünyasındaki kısıtlılık, duygusal ve fizyolojik tepkileri ayırt etmede yetersizlik, düşünceleri fark etmede zorluklar ve duyguların ifade edilmesinde, duyguların tanımlanmasında güçlükler şeklinde tanımlanabilir (Sifoneos, 1996). Aleksitimik hastalarla ilerletilen psikoterapilerin, klinisyenler için genellikle zorlayıcı olduğu görülmüştür (Ogrodniczuk, Piper, Joyce ve Abbass, 2009).
Yapılan araştırmalarla aleksitiminin psikolojik sıkıntıların aksine kişilik özelliği olduğu ile ilgili bulgular bulunmuştur. (Salminen, Saarijarvi, Aairela ve Tamminen, 1994). Tanısal olarak hala belirli bir tanımlaması bulunmayan aleksitiminin, tedavi sürecinin nasıl işleyeceği de tartışmalar arasında yer alıyor. Farmakolojik tedaviden psikoterapiye uzanan geniş tedavi skalası bulunan aleksitiminin grup terapisi ve BDT ile tedavi edilebilir (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
KAYNAKÇA
Blanchard, B.E ., Arena,J.G. ve Pallmeyer, J.P. (1981). Psychosometrik Properties Of a Scale to Measure Alexithymia. Psychother Psychosom, 35, 67-71.
Dereboy, Y.F (1990). Aleksitimi öz bildirim ölçeklerinin psikometrik özellikleri üzerine bir çalışma. Ankara: H.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi.
Koçak, R. (2003). Üniversite öğrencilerinde aleksitimi ve yalnızlığın bazı değişkenler açısından karşılaştırılması ve aralarındaki ilişkinin incelenmesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 11 (19), 15-24.
Ogrodniczuk JS, Piper WE, Joyce AS ve Abbass AA. (2009). Alexithymia and treatment preferences among psychiatric outpatients. Psychother Psychosom, 78:383-384.
Sifneos, P. E. (1996). Alexithymia: past and present. Am JPsychiatry, 153:137-142.
Şaşıoğlu, M., Gülol, Ç. ve Tosun, A. (2014). Aleksitimi: tedavi girişimleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1): 22-31.
Learn MoreTOURETTE SENDROMU
Tourette sendromu, motor ve vokal tiklerle karakterize olan, çocukluk çağında görülmeye başlanan, nörogelişimsel bir bozukluktur. Bu sendromun içinde bulunan tik bozuklukları ilk kez 1825 yılında Fransız bir doktor olan Jean Marc Itard tarafından ‘Dampierre Markizi’ olarak tanıtılmıştır. Markizi 7 yaşındayken başlayan semptomlar evlendikten sonrada artarak devam etmiştir. Önceleri kibar, nezaketli bir insan olsa da toplumun kabul etmediği tikleri ve küfürlü konuşması nedeniyle hayatının büyük bir kısmını sosyal hayattan uzakta geçirmiştir. 90 yaşını geçtiğinde dahi küfürlü konuşması devam etmiştir. 1884 yılında Gilles de La Tourette, Markizi’ nin de içinde olduğu hareket bozukluğu olan hastalarla bir sınıflandırma çalışması yapmış, 1885 yılında da bu sendromu tanımlanmıştır (Hesapçıoğlu, 2012).
Tourette sendromunda tikler, fonik tikler ve motor tikler olarak ikiye ayrılık. Motor tiklerde kendi içinde basit motor ve kompleks motor tikler olarak ikiye ayrılır. Basit motor tikler; vücudun herhangi bir bölgesinde olabilir fakat sıklıkla göz kırpma, dil çıkarma, kaş kaldırma ve baş sallama gibi baş gölgesinde görülen tiklerdir. Kompleks motor tikler; yüz buruşturma, uygun olmayan jest ve dokunuşlar (koprokraksi), başka kişileri hareketlerini taklit etme (ekopraksi) şeklindedir. Nadirende kendine vurma, nesnelere yumruk atma, ısırma gibi kendilerine zarar verecek davranışlarda bulunurlar. Fonik tiklerde kendi içinde basit fonik ve kompleks fonik tikler olarak ikiye ayrılır. Basit fonik tikler; boğaz temizleme, öksürme, burun çekme, esneme veya anlamsız sesler çıkarmadır. Kompleks fonik tikler; uygun olmayan şekilde bağırma (koprolali), başka kişilerin sözlerini taklit etme (ekolali), bir kelimeyi istemsizce ve hızlı tekrar etme (verbijirasyon) görülür (Işıkay, 2021).
Tourette sendromuyla birlikte yaygın olarak psikopatolojik bozukluklar; dikkat etksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, duygudurum bozukluğu, kişilik bozukluğu ve dürtü kontrol bozukluğu görülmektedir. Ayrıca çocuklarda öğrenme güçlüğü, yıkıcı davranım bozukluğu ve yaygın gelişimsel bozukluklar görülmektedir (Sabuncuoğlu vd., 2005).
Çocukluk ve ergenlikte başlangıç, yaygınlaşmış tik ve istemsizce söylenen argo sözler olarak 3 bileşeni vardır. Tikler 7 yaş civarında başlayıp sıklığı zaman içersinde artıp azalabilir. Tipik olarak tikler her gün, gün içerisinde birçok kez ortaya çıkar. Ayrıca erkeklerde kadınlardan daha fazla görülmektedir (Ak vd., 2011).
Sonuç olarak, tanı konulduktan sonra sendromun gelişimsel gidişine dikkat edilmelidir. Bu sendroma ek olarak görülen psikopatolojik ve nörolojik hastalıklarda ele alınmalı, tıbbi ve sosyal destek devamlı olarak devam edilmelidir.
Referans
Ak, M., Uzun, Ö., Özmenler, K.N., Cöngeloğlu, E., Bozkurt, A., Özşahin, A. (2011). Tourette Sendromlu Olgularda Nöropsikiyatrik Bulgular. Gülhane Tıp Dergisi, 53, 89-93.
Hesapçıoğlu S. T. (2012). Çocuk ve Ergenlerde Tik Bozuklukları: Klinik ve Etiyolojik Bir Bakış. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 25, 358-367.
Işıkay, İ. (2021). Tourette Sendromu’ ndda Derin BeyinStimülasyonu. Türk Nöroşirürji Dergisi, 31 (3), 338-342.
Sabuncuoğlu, O., Ekinci, Ö., Ölçer, S., İsmail, N., Berkem, M. (2005). Kabakulak Meningoensefaliti Sonrasında Gelişen Tourette Sendromu: Bir Olgu Sunumu. Klinik Pskiyatri, 8, 197-200.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Tourette_sendromuhttps://pixabay.com/tr/illustrations/tourette-sendromu-epilepsi-dehb-7194133/
Learn MoreKUSURLU GÜZELLİK: KİNTSUGİ
Bizler, ömür boyu hayatımızın her alanında mükemmelliği arıyoruz. Mükemmel olan daha iyidir diye düşünüyoruz. Mükemmel ev, mükemmel araba, mükemmel okul, mükemmel iş… Bu fikrin temeli, aslında evrimsel psikolojiye dayanıyor. Ancak bu kusursuzu arayışın bizi çok yoran bir şey olduğunu farkına bile varmadan gençliğimizi yitirip ölüp geçiyoruz bu dünyadan. Halbuki kusursuzluk kalbimizde saklı.
Kintsugi eski bir Japon felsefesidir. Amacı kırılan nesneyi eskisinden daha güzel ve işlevli hale getirmektir. Kırılmanın aslında bir bozulma bir yok olma değil; yeni bir var oluş biçimi olduğunu savunmaktadır. Ağırlıklı olarak seramik objelere uygulanmaktadır. Bu felsefe bazı kaynaklarda “Kintsukuroi” olarak da geçmektedir.
Kintsugi’nin ortaya çıkışı 15.yy’a dayanmaktadır. Üstelik günümüzde de karşımıza çıkabilecek basit bir olayla. Çok sevdiği çaydanlığı kırılan Japon bir komutan bu çaydanlığın tamir edilmesi için emir verir. Çaydanlık geri geldiğinde onarılmıştır fakat bir şeyler yanlıştır. Komutanın sevdiği çaydanlık bu değildir ve o eski kendi çaydanlığını istemektedir. Bu mümkün olamayacağı için Japon zanaatkar bir alternatif üretme gayesiyle çaydanlık üzerinde çalışmaya başlarlar. Bu çalışma sırasında güttükleri estetik kaygı ve komutanın eşyasına olan bağlılığının bilinirliği Kintsugi felsefesinin gelişmesini sağlamıştır. Çaydanlık eskisinden de iyi gözükmektedir (https://www.sanatperver.com/kintsugi-felsefesi-nedir/)
Kintsugi, Budist öğretisinden türetilen Japon felsefesi wabi-sabi’ye dayanıyor. wabi-sabi, kusurlu olanı kabul etmek, kucaklamak, onların içindeki güzelliği görmek anlamına geliyor. Bu birbirine yaslanan felsefe ve geleneğe bir metafor olarak baktığınızda da Kintsugi’den de wabi-sabi’den de öğrenecek çok şeyimiz var.
İnsanız, hatalar yapıyoruz, bir şeyler olmuyor, her birinden bir ders alarak bir sonraki aşamaya geçiyoruz, hiçbirimiz mükemmel değiliz, ama mükemmel olmasak da yaşıyoruz. İşte wabi-sabi de hatalarından ders alan, kırıldığı yerden güçlenen insanları kucaklamak bir nevi. Etrafımızdaki insanları kusurlarıyla kabul etmeyi öğreniyoruz. Sevmediğimiz huylarımızı törpülüyoruz lakin, yine de kusurluyuz, böyle de iyiyiz (https://www.ruhundoysun.com/yazilar/catlaklardaki-hikaye-kintsugi/)
Bizi bir bütün kılan şey aslında kusurlarımız, kırıklarımız, çatlaklarımız. Hayat herkesi tökezletebiliyor, kırabiliyor. Hemingway’in de dediği gibi, bazıları bu kırıklardan daha güçlü, daha parlak çıkıyor. Hayatınızdaki kırıklardan daha parlak çıkmanız dileğimle…
Kaynakça:
Learn MoreÇOCUKLARDA AYRILIK ANKSİYETESİ
Yaşamının ilk yılında bebeğin psikososyal görevi güvenmeyi öğrenmektir. Bakım veren kişi ile bebek arasında doğan güven duygusu insanın ileri ki zamanlar da kuracağı kişiler arası ilişkilerini temelden etkilemektedir.
Bowlby’e göre bağlanma, bebeğin doğumundan itibaren yaşayabilmesi için tüm ihtiyaçlarının bir yetişkin tarafından karşılanması sonucunda oluşan bağdır. Bağlanmanın özellikleri, anne ve bebeğin erken dönemdeki ilişkisi tarafından belirlenir. İlk temel ilişki olan bağlanma ilişkisinin, sonraki yaşam dönemlerindeki davranışlar için belirleyici etmen olduğu kabul görmektedir. (Kara,2020).
Bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel olarak görülen Ayrılık anksiyetesi bebeklik döneminde bakım verenden ayrılmakla karakterize olarak 7-12 ay arasında başlar 9-18 ay arasında pik yapar ve 2,5 yaşlarında sona erer. Ayrılık anksiyetesi erken ve sık görülen anksiyetelerden biridir ve ortalama başlangıç yaşı 7’dir. Ayrılık anksiyetesi çocukların yaklaşık %4’ünde görülür. (Üstün,2021).
Çocuk gelişiminin bir parçası olan ayrılık kaygısı ise bir çocuğun temel bağlanma figüründen ayrılmaya gösterdiği bir tepkidir. Çocuğun 18-24 aylarında nesne sürekliliğin gelişimiyle ayrılık kaygısı azalır.
Ayrılık anksiyetesi bebeklik ve erken çocukluk döneminde normal gelişimsel özellik olarak görülebilirken okul çağı çocuklarında ve ergenlerde gelişimsel döneme uygun olmayan, yüksek miktarda kaygı ile pek çok alanda işlevselliği etkileyebilmektedir.
DSM-5’e göre tanı alabilmesi için bu durumun çocuklarda en az 4 haftadır, yetişkinlerde ise en az 6 aydır devam ediyor olması gerekmektedir.
-Evden ya da bağlandığı başlıca kişilerden ayrılacak gibi olduğunda ya da ayrıldığında hep aşırı tasalanma.
– Bağlandığı başlıca kişileri yitireceği ya da bu kişilerin başına hastalık, yaralanma, yıkım, ölüm gibi kötü bir olay geleceğiyle ilgili olarak, sürekli bir biçimde, aşırı tasalanma.
– Ayrılma korkusundan ötürü okula, işe ya da başka bir yere gitmek için dışarı çıkmayı, evden uzaklaşmayı hiç istememe ya da buna karşı koyma.
– Evde ya da başka ortamlarda tek başına kalmaktan ya da bağlandığı başlıca kişilerle birlikte olmamaktan, sürekli bir biçimde, aşırı korku duyma ya da bu konuda isteksizlik gösterme.
– Evinin dışında ya da bağlandığı başlıca kişilerden biri yanında olmadan uyuma konusunda isteksizlik gösterme ya da buna karşı koyma.
– Yineleyici bir biçimde, ayrılma konusunu da içeren karabasanlar görme . (Kring vd.,2017).
Yukardaki maddelerden en az 3 maddenin olduğunu düşünüyorsanız çocukta ayrılık anksiyetesi olduğundan bahsedilebilir.
REFERANSLAR
Kring, A. M., Johnson, S. L., Davison, G., Neale, J. (2017). Anormal Psikolojisi/Psikopatoloji. İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık.
Üstün, S. (2021). SEPERASYON ANKSİYETESİ OLAN ÇOCUKLARIN VE ANNELERİNİN PLAZMA OKSİTOSİN DÜZEYLERİ VE TEDAVİ SONRASI ANKSİYETEDEKİ DEĞİŞİMLE İLİŞKİSİNİN İNCELENMESI. İstanbul Ünversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı. İstanbul.
Kara, İ. (2020). AYRILMA ANKSİYETESİ BOZUKLUĞU OLAN ÇOCUKLARIN ANNELERİNDEKİ AYRILMA ANKSİYETESİ BOZUKLUĞU YAYGINLIĞI. Koceli Ünversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı. Kocaeli.
Learn MoreOrtoreksiya Nevroza
Kültürler, alışkanlıkları, yaşam stilleri, ve buna bağlı olarak beslenme alışkanlıkları hızla değişiyor. Yeme bozukluklukları başlangıçta yalnızca sanayileşmiş ülkelerde görülen bir durumken, son yıllarda Batılı ‘ideal kadın/erkek’ imajına aşina olan tüm kültürlerde giderek daha fazla gözükmeye başlanmış bulunmaktadır.
‘Ortoreksiya Nervoza’ (ON), Bratman tarafından ilk kez 1997 yılında tanımlanmıştır. ON, ‘’Tipik olarak çok kısıtlayıcı olan ve kilo vermekten çok sağlıklı yaşama odaklanan, sağlıklı veya ‘saf’ bir diyet yemeye yönelik saplantılı bir endişe hali’’dir (APA, 2007). Bratman ise ON’yi sağlıklı ve uygun gıda tüketimine yönelik patolojik bir saplantıyı tanımlamak için kullanmıştır. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları her zaman patolojik değildir, fakat kişinin sağlıklı beslenmekle aşırı ilgili olması, bu uğraşlarda fazlasıyla zaman harcaması ve bunun sonucunda ise günlük yaşamında işlev bozukluğu yaşaması; kişilikle bağlantılı bir bozukluk olarak değerlendirilebilir. Bu davranışa sahip olmak, kişilerin sadece ‘sağlıklı’ yeme takıntısı olmaları ile ilgili değil, aynı zamanda besinlere karşı belirli bir tutuma sahip olmaları (ör. Sadece yerel olan besinleri tüketme) , yemeklerini belirli bir prosedür doğrultusunda hazırlamaları (ör. sadece seramik ve ahşap üzerinde sebzeleri kesme), ve bazı besinlerden (zararlı olduklarını düşündükleri; ör. Yumurta, süt) kaçınmaları anlamına da gelir. Bu durumda genelde düşük kalori alınımına ve yetersiz beslenme durumuna yol açabilir. İnsanlar arasında ortoreksiya nervoza’nın yaygınlık oranı erkeklerde kadınlara oranla daha fazladır. (11.3%’e 3.9%).
Kişinin çok fazla zamanını alan günlük ‘diyetin’ konfigürasyonu 4 aşamaya ayrılabilir;
- Gün içerisinde veya sonraki gün ne yenileceği hakkında endişe duyma ve düşünme
- Her bir bileşenin/besinin kapsamlı ve aşırı kritik bir şekilde edinilmesi
- Sağlık açısından herhangi tehlikesi olmayan tekniklerin ve prosedürlerin mutfakta hazırlanması (sebzeleri belirli bir yüzey üzerinde kesme)
- Önceki üç aşamanın uygun şekilde uygulanmasına dayanan bir tatmin, rahatlık ya da suçluluk duygusu.
Bu 4 aşamadan herhangi birini yerine getirilmediyse genelde kişide suçluluk duygusu ve ihlal için endişe ortaya çıkacaktır. (Brytek-Matera, 2012 ,s. 56).
Yapılan tüm çalışamalar sonucunda birincil tanı kriterleri olarak aşağıda yer alan kriterler belirtilmiştir;
- Sağlıklı beslenme ile ilgili saplantılı veya patolojik meşguliyet
- Kendi kendine empoze edilen beslenme kurallarına uymamanın duygusal sonuçları (sıkıntı, endişe, suçluluk hali)
- Yetersiz beslenme ve kilo kaybının yanı sıra yaşamın ilgili alanlarında psikososyal bozukluklar. (Cena ,2018)
Ortoreksiya Nervoza yeni bir terim olduğu için, evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı veya geçerli bir tanı kriteri yoktur. Bu davranış DSM-IV-TR’de ve ICD-10’da da mevcut değildir. ON’nin ayrı bir bozukluk mu yoksa diğer yeme bozukluklarının bir biçimi mi veya OKB bozukluk mu olduğunu konusunda bazı tartışmalar vardır.
Yazar:
Psikolog Şeyma Soyal
Referanslar:
Matera-Brytek, A. (2012). Orthorexia nervosa- an eating disorder, obsessive-compulsive disorder or disturbed eating habit?. Archives of Psychiatry and Psychotherapy, 1:55-60.
Aksoydan, E., & Camci, N. (2009). Prevalence of orthorexia nervosa among Turkish performance artists. Eating and Weight Disorders – Studies on Anorexia, Bulimia and Obesity, 14(1), 33–37. https://doi.org/10.1007/bf03327792
Cena, H., Barthels, F., Cuzzolaro, M., Bratman, S., Brytek-Matera, A., Dunn, T., Varga, M., Missbach, B., & Donini, L. M. (2018). Definition and diagnostic criteria for orthorexia nervosa: a narrative review of the literature. Eating and Weight Disorders – Studies on Anorexia, Bulimia and Obesity, 24(2), 209–246. https://doi.org/10.1007/s40519-018-0606-y
Arusoglu, G., Kabakci, E., Koksal, G., & Kutluay Merdol, T. (2008). Orthorexia Nervosa and Adaptation of ORTO-11 into Turkish. Turkish Journal of Psychiatry, 19(3).
Learn MoreAMOK SENDROMU
Kaynaklarda “Koşan Amok veya Amok Koşucusu (Running Amok)” olarak isimlendirilen bu sendrom Malayca bir kelimedir. Kişinin ani bir şekilde gelişen atak ile karşısına çıkan herkese ayrım yapmadan saldırmasına, yaralamasına ya da öldümesine neden olur. Ayrıca bilinç kaybı veya cinnet geçirme hali olarak da tanımlanır.
Amok Sendromu İlk kez 1770 yılında Kaptan Cook tarafından çıktığı dünya yolculuğunda Malay kabilelerinde gözlemlenmiştir. 1849 yıllarında ise bu sendrom psikiyatrik bir durum olarak sınıflandırılmıştır ve yapılan incelemeler sonucu Amok’ un iki biçimi ortaya konmuştur. Bunlardan ilki yaygın olarak görülen Beramok’ tur. Kişi, hayatındaki birinin kaybını yaşadıktan sonra depresif duygudurum içerisine girer ve düşüncelere dalma dönemi ile birlikte saldırgan davranışlar görülür. İkincisi ise Amok’ tur. Psikotik bozukluk, sanrılı bozukluk, kişilik bozukluğu gibi psikopatolojik sorunlardan sonra şiddetli öfke duyma ve aşırı şiddet içeren tavırlar gösterme eğilimi gözlemlenmiştir (Martin vd., 1999).
Duygudurum bozuklukları, kişilik bozuklukları ve psikotik bozuklukları olan birçok birey gözönüne alındığında amok sendromu istatistiksel olarak nadir olarak görülen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak mağdurlara, ailelerine ve topluluklara verdiği duygusal zarar nadir görülmesinin önüne geçer ve kalıcı bir etki bırakır. Amok ataklarının önlenmesi için altta yatan psikopatalojik bozuklukların tedavi edilmesi gerekmektedir. Amok sendromunun nedenlerinin büyük bir kısmında üzüntü, endişe ve depresyon süreçleri görülür. Ağır bir depresyon döneminden sonra ortaya çıkan bu rahatsızlık şiddet eğilimi ve ataklarla sonuçlanan disosiyatif bir ruh halinidir (Tiffon, Fernandez). Ayrıca iki cinsiyet arasında görülme olasılığı daha yaygın olan cinsiyet, erkektir.
Amaok sendromu, tam olarak nedeni bilinmese de bireyin büyüdüğü ortamın, kültürün ve sosyal ortamın koşullarına bağlı olarak şekillenen bir rahatsızlık olduğu düşünülmektedir. Kültürel faktörlere bağlı olduğunun düşünülmesinin sebebi ise öncelikli olarak ilkel kabilelere dayanılmasıdır. İlerleyen zamanlarda yaşam koşullarının iyileşmesi ve şiddetin azalmasıyla Amok hastalığının da görülme sıklığı azalmaya başlamıştır (Westermeyer, 1982). Ancak konuya ilişkin araştırmalar devam etmekte olup günümüzde modern ve endüstüriyelleşmiş toplumlar arasında da yeniden görülme ihtimali olduğu öne sürülmektedir.
Son olarak da cinnet geçirerek şiddet eğilimindeki davranışlara yönelen hastalar psikiyatrik muayeneden geçmelidir. Amok hastalığı teşhis edilen hastalara yatış yaptırılmalı, ilaç tedavisi başlanmalı ve bunun ile birlikte psikolojik terapi uygulanmalıdır.
REFERANS
Martin, M. L. S., D. M., D. J. (1999). Running Amk: A Modern Perspective on a Culture-Bound Sydrome. Prim Care Companion J Clin Psychiatry, 1(3), 66-70.
Tiffon, B. N., Fernandez, J. G. (2021).Amok Syndrome. Qualified Perspectives on an Aggressive Reaction of a Pathological Impulsıveness in The Perpetration of a Double Crime With a Firearm. ASEAN Journal of Psychiatry, 22(2), 1-5
Westermeyer, J. (1982). Amok. Friedman, C. T. H., Faguet R. A. (eds.), Extraordinary Disorders of Human Behavior (ss.173-190). New York, NY: Springer. https://doi.org/10.1007/978-1-4615-9251-8
Learn MoreErgenlerin İnternet Kullanımı ile Madde Bağımlılığı Arasındaki İlişki
Ergenlik döneminde kişiler birçok değişiklik yaşarlar. Bunlardan biri de bağımlılık yapan maddelerin kullanılmasıdır. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddelerin yaygın olarak kullanılmaya başlanması ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerine denk gelmektedir. Ayrıca günümüzde insanların internete ulaşması eskiye göre daha kolay olmuş bu sayede insanlar daha sık kullanır hale gelmişlerdir. Hatta internet kullanımı çoğu insan için bir bağımlılık haline gelmiştir.
Yakın tarihli bir çalışmada, Lee ve Lee (2016), ergenlik döneminde internet kullanımı ile ilgili faktörler ile erken yetişkinlik dönemindeki madde kullanım sorunları arasındaki ilişkileri araştırmıştır. Bu çalışmada, araştırmacılar katılımcılara internet kullanım miktarını ve örüntüsünü değerlendirmek için 3 soru sormuştur: internetin nerede kullanıldığı (yani internet kafe), internet kullanım nedeni ve internet kullanım süresi. Araştırma sonuçları, 20 yaşında sigara içmek ile ergenlik döneminde internet kafede internet kullanmak arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir.
İnsanların ergenlik döneminde internet kullanımının erken erişkinlik döneminde artan madde kullanımı ile ilişkili olduğu düşünüldüğünde, ergenlerin arkadaşlarıyla birlikte olmasının madde kullanımına ne gibi etkileri olacağı sorulabilir. Başka bir deyişle, ergenlerin internet kafelerde yalnız veya arkadaşlarıyla birlikte olmaları madde bağımlılığının ortaya çıkmasında etkili midir?
Yakın zamanda yapılan bir çalışmada, ergenlerin madde kullanım nedenlerinden birinin, ergenin yakın aile ve arkadaş çevresinde madde kullanıcılarının bulunması olduğu görülmüştür (Şencan ve Canatan, 2020). Bu çalışmada ergenlerin çevrelerindeki diğer kişilerin bu maddeleri kullandığını gördükten sonra bu maddeleri merak ettiklerini ve bu maddeleri denemek istediklerini söylemişlerdir.
Başka bir çalışmada, üniversite öğrencilerinde alkol içme davranışı ile olumsuz değerlendirilme korkusu ve sosyalleşmek için içme arasında yüksek bir ilişki bulunmuştur (Stewart, Morris, Mellings, & Komar, 2006).
Yapılan bu araştırmaların tümü ergenlerin arkadaşlık ilişkilerinin madde kullanımında önemli etkilerinin olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenle ebeveynler, çocuklarının arkadaş çevreleri hakkında daha fazla bilgi almaya çalışırken aynı zamanda çocuklarının internet ortamında nasıl vakit geçirdikleri, ne kadar süre internet kullandıkları hakkında da dikkatli olmalıdırlar.
Referanslar
Lee, B. H., & Lee, H. K. (2017). Longitudinal study shows that addictive Internet use during adolescence was associated with heavy drinking and smoking cigarettes in early adulthood. Acta Paediatr, 106, 497-502. https://doi.org/10.1111/apa.13706
Stewart, S. H., Morris, E., Mellings, T., & Komar, J. (2006). Relations of social anxiety variables to drinking motives, drinking quantity and frequency, and alcohol-related problems in undergraduates. Journal of Mental Health, 15(6), 671-682. https://doi.org/10.1080/09638230600998904
Şencan, F., & Canatan, K. (2020). Göç ve kentleşme sürecinde ergenleri madde kullanımına yönelten sosyal bağlamın analizi. Sosyal Çalışma Dergisi, 4(2), 115-125. https://dergipark.org.tr/en/pub/scd/issue/58064/796588
Learn MoreALZHEIMER’ IN ÜÇ EVRESİ
Teşhisi 1901 yılında Doktor Aloysius “Alois” Alzheimer tarafında yapılmıştır. Akıl hastanesinde gözlemlemeye başladığı 51 yaşındaki hasta, kısa süreli hafıza kaybıyla birlikte tuhaf davranışlar sergilemektedir. Hasta bir süre sonra vefat edince Alzheimer inceleme yapmak için izin isteyerek hastanın beynini almıştır. Boyama yöntemi ile yapılan incelemeler sonucunda görülen beyin anomalileri ile de bu hastalık, Alzheimer hastalığı olarak tanınmıştır (Tellioğlu, 2011)•
Alzheimer hastalığı, bilişsel işlevde azalma, nöropsikiyatrik ve davranışsal bozulmalar ve günlük yaşamdaki aktivitelerin yapılmasında zorlanmalara neden olan progresif nörodejeneratife (sinir hücrelerinin kaybı ile sinir sistemi fonksiyonlarının yitimi) bir hastalıktır. Alzheimer hastalığında yaşlanmanın önemli bir risk faktörü olduğu ve görülme riskini arttığı gözlemlenmiştir. Ayrıca genetik yatkınlıkta önemli bir etkendir.
Bilişsel işlevde görülen bozukluklara baktığımızda bunlar; bellek, dikkat, tanıma, lisan, beceri, problem çözme, yargılama, yürütücü işlev ve görsel-mekansal işlevlerdir (Güler, 2011). Bu görülen bozukluklar zaman içerisinde kişinin günlük hayattaki aktivitelerini yapamamasına, bakıma ve desteğe ihtiyaç duymasına neden olmaktadır. Ayrıca bu duruma ek psikopatolojik belirtilerde eşlik eder. Bunlar; depresyon, anksiyete, apati, ajitasyon, varsayımlar, sanrılar, amaçsız dolaşmalar, saldırganlık, yalnız kalma fobisi ve uyku düzensizlikleridir. Hastalığın en önemli özelliği ise sinsice başlayıp yavaş bir şekilde devam etmesidir (Özkay vd., 2011).
Bu hastalık yakınmalara ve bulgulara göre üç evreye ayrılabilir:
1.Erken (Hafif) Evre: Belleğin kayıt fazı korunmuş, geri çağırma ve tanıma fazı bozulmuştur. Yeni bir bilginin öğrenilmesinde güçlük, isimleri unutma, konuşmaların tekrarlanması, soruları tekrar tekrar sorma, anahtarı evde unutup dışarı çıkma, yer yön bulmada zorluk, elektronik aletlerin kullanımını unutma gibi günlük aktivitelerde unutkanlıklar ve dil bozuklukları görülebilir.
2.Orta Evre: Yakın bellekte bozulmalar artarken uzak bellekte de bozulmalar başlar. Yeni bilgi öğrenmek durur, var olan bilgiler kronolojik sıra ile unutulur, dışarıda kaybolma olabilir bu yüzden tek başlarına dolaşamazlar, parasal hesaplamaları tek başlarına yapamazlar, sohbet edemeyecek düzeyde dilsel işlevlerde bozulmalar görülür, yer- kişi-zaman algısı bozulur ve psikopatolojik belirtiler ortaya çıkmaya başlar.
3.İleri (Ağır) Evre: Günlük işleri yapma ve öz bakımda başkalarının yardımına ihtiyaçları olur ve bağımlı hale gelmiştirler, yakın akrabaları ve kendilerini tanımamaya başlarlar, başkalarının konuştuklarını anlamama ve anlamsız sesler çıkarmalar vardır, bu evrenin sonunda ise hastalar yatağa bağımlı hale gelirler (Yıldız, Yüce).
Alzheimer hastalığının ilk ve temel tedavisi, hastanın bilişsel ve hafıza semptomlarını düzeltmeye yönelik olur. Amaç bilişsel durumu iyi hale getirmektir. Bu olmadığında ise ilerlemeyi durdurmaya veya yavaşlatılmaya çalışılır. İkinci olarak da hastalığın ilerleyen evrelerinde görülen psikopatolojik bozukluklar giderilmeye çalışılır. Bu da hastanın yaşam kalitesinde artışı ve bakımı destekleyecek nitelikte olur (Adalı vd., 2020).
Referans
Adalı, A., Yirün, A., Koçer Gümüşel, B., Erkekoğlu, P. (2020). Alzheimer Hastalığının Gelişiminde Biyolojik Ajanların Olası Etkileri. Ankara Ecz. Fak. Dergisi, 44(1), 167-187.
Güler, S. (2011). Yaşlılarda Yürüme Bozuklukları ve Kognitif Yıkım Arasındaki İlişki. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler, 24(4), 331-339.
Özkay, Ü. D., Öztürk Y., Can Ö. D. (2011). Yaşlanan Dünyanın Hastalığı: Alzheimer Hastalığı. S. D. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 18(1), 35-42.
Tellioğlu, S. B. (2011). Alzheimer Hastalığı, Hafif Kogntititf Bozükluğu ve Vasküler Demans Seyrinin Klanik ve Nöropsikolojik Açıdan İncelenmesi. Uzmanlı Tezi, Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Mersin.
Yıldız, N., Yüce, O. Alzheimer Hastalığını Etkileyen Psiko-Sosyal Faktörleri Saptayarak Alzheimer Hastalarına Yönelik Tıbbi Sosyal Hizmet Müdahaleleri Geliştirme. Tıbbi Sosyal Hizmet Dergisi, 36-48.
Learn More