KIRIK CAMLAR TEORİSİ
Kırık camlar teorisinin temelinde en küçük bir düzensizliğin suçu tetikleyebilme olasılığı bulunmaktadır. Bunu için ise toplumların en ufak yasadışı durumlara karşı dikkatli olmaları gerektiği söylenmektedir (alıntılayan Yazıcı, 2018). Bu teori, 1969 yılında Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’ nun yapmış olduğu deneyden yola çıkarak oluşturulmuş, 1982 yılında da sosyal bilimci olan James Wilson ve George Kelling tarafından makale olarak yayılanmıştır. Deneyde Zimbardo suç ile mücadele için yeni bir bakış açısı ortaya koymuştur.
Teorinin ortaya çıkışındaki deneyi ve oluşturulan bakış açısını inceleyelim:
Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, düşük sosyoekonomik düzeye sahip bireylerin yaşadığı Bronx bölgesi ile yüksek yaşam standartlarına ve yüksek sosyoekonomik düzeye sahip bireylerin yaşadığı Palo Alto bölgesine plakası olmayan, kaputu aralık, 1959 model birer araba bırakmıştır. Bronx’ ta terk edilen araba birkaç dakika sonra bir baba, anne ve çocuk tarafından yağmalanarak aküsü ve radyatörü çalınmıştır. Yirmidört saat içerisinde arabanın camları parçalanmış, döşemeleri yırtılmış ve artık değerini yitirmiştir. Tüm bu yaşanılan durum Zibardo tarafından gizli bir şekilde kaydedilmiştir. Bir haftadan uzun süredir Palo Alto bölgesinde bulunan terk edilmiş arabaya kimse dokunmamıştır. Bunun üzerine Zimbardo balyoz ile arabaya kasıtlı bir şekilde vurarak kelebek camını kırmıştır. Kısa bir süre içinde araca verilen zararı gören Palo Alto’ daki insanlar aracın sahipsiz olduğunu düşünerek yağmalamaya başlamışlardır. Zimbardo bunun üzerine ilk camın kırılması ya da çevrenin kirlenmesine neden olan ilk duvar yazısına izin verilmesi durumunda gerçekleşecek suçların ve kötü gidişatın önüne geçilemeyeceğini belirtmiştir (Doğan, Sevinç, 2011).
Kırık camlar teorisi ile çıkarılması gereken önemli sonuç, suç ile mücadele için kentlerin düzenli ve bakımlı olması gerektiğidir. Bu da ancak halkın bu mücadeleye teşvik edilmesi ve katılması ile mümkün olur. Olumsuzlukların, suçların, düzensizliklerin olmasında ise tek bir hata yeterlidir ve devamı da bir o kadar hızlı gelir (Şenol, 2022). Bu durum hayatın her alanında karşımıza çıkar ve bir defadan bir şey olmaz düşüncesi ile hareket edildiğinde sonucunda bir çok şey olduğu görülür. Buna örnek olarak da ilk kavga, ilk işlenilen suç, ilk yalanlar, ilk aldatmalar verilebilir. Hayatın bu yönlerindeki kırgınlıklar tamir edilmez ise hem başkaları tarafından hem de kişinin kendisi tarafından da tekrar ve tekrar yaşanacağı unutmamalıdır.
Yazar:
Pamir Sina Arıtan
Referanslar:
Doğan, H. İ., Sevinç, B. (2011). Suç Teorileri ve Şehir Güvenliği: Bitlis İliyle İlgili Genel Bir Değerlendirme. Polis Bilimleri Dergisi, 13(4), 27-53.
Fotoğraf: Lars H Knudsen: https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/kapali-mavi-ve-cok-renkli-ahsap-kapilar-3046373/
Şenol, L. (2022). Örgütsel Kırık Camların Üretim Karşıtı İş Davranışları Üzerine Etkisi: Hizmet Sektöründe Bir Araştırma. Intertnational Social Sciences Studies Journal, 8(97), 1518-1526.
Yazıcı, N. (2018). Hile Üçgeni: Fırsatların Önlenmesinde Kırık Camlar Teorisi. Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 53(3), 843-851.
Learn MoreObsesif Kompulsif Bozukluk
Birçok alt türü bulunan Obsesif Kompulsif Bozukluk, (OKB) en genel anlamı ile zihnimizde meydana gelen ve engelleyemediğimiz durumlar karşısında verdiğimiz dürtüsel tepkilerdir.Obsesyon adı itibariyle takıntılı düşünce,fikir ve bazı durumlarda dürtüdür.Kompulsiyon ise bu obsesyona karşı(takıntılı düşünce,fikir,vb.)beynimizin oluşturduğu dürtüsel ve yoğunlukla anlık rahatlamalar sağlayan davranışlardır.OKB ‘yi güzel bir örnek ile açıklayalım; Yemekten önce ellerimizi yıkama davranışı normal rutinimizdir.Ellerimizi yıkarız,sofraya otururuz.OKB tanısı koymuş bireylerde durum daha farklıdır.Birey ellerini bir defa yıkamış olmasına rağmen,ikinci defa yıkar bu da yeterli gelmez bazen üçüncü defa yıkar ve bir türlü sofraya oturamaz. Tabii ki burada bahsettiğimiz davranış titizlik ile karıştırılmamalıdır.OKB tanısı koymuş birey ellerinin temiz olduğunun hatta ilk yıkamada temizlendiğinin farkındadır.Fakat zihnine sürekli nüfus eden “Ya temiz değilse?” düşüncesi yani obsesyon ve bu düşünceye karşı geliştirmiş olduğu ellerinin birden fazla kez yıkama davranışı ise kompulsiyon olmuştur.(Birden fazla tipi olan OKB’nin “temizlik-yıkama obsesyonu” türünü örnekledim.)Biz burada OKB’nin etimolojisinden bahsettik.OKB tanısı almak için birçok semptomun,belirli aralıklarla görülmesi gerekir.Bunlar kısaca şunlardır:
A. Takıntıların (obsesyonların), zorlantıların (kompulsiyonların) ya da her ikisinin birlikte varlığı:
Takıntılar (obsesyonlar) (1) ve (2) ile tanımlanır:
1. Kimi zaman zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan, çoğu kişide belirgin bir kaygı ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, itkiler ya da imgeler.
2. Kişi, bu düşüncelere, itkilere ya da imgelere aldırmamaya ya da bunları baskılamaya çalışır ya da bunları başka bir düşünce ya da eylemle yüksüzleştirme (bir zorlantıyı yerine getirerek) girişimlerinde bulunur.
Zorlantılar (kompulsiyonlar) (1) ve (2) ile tanımlanır:
1. Kişinin takıntısına tepki olarak ya da katı bir biçimde uyulması gereken kurallara göre yapmaya zorlanmış gibi hissettiği yinelemeli davranışlar (örn. el yıkama, düzenleme, denetleyip durma) ya da zihinsel eylemler (örn. dinsel değeri olan sözler söyleme, sayı sayma, sözcükleri sessiz bir biçimde yineleme).
2. Bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yaşanan kaygı ya da sıkıntıdan korunma ya da bunları azaltma ya da korkulan bir olay ya da durumdan sakınma amacıyla yapılır; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yüksüzleştireceği ya da korunulacağı tasarlanan durumlarla gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı bir düzeydedir.
Not: Küçük çocuklar bu davranışlarının ya da zihinsel eylemlerinin amaçlarını dile getiremeyebilirler.
B. Takıntılar ya da zorlantılar kişinin zamanını alır (örn. Günde bir saatten çok zamanını alır) ya da klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
C. Takıntı-zorlantı belirtileri, bir maddenin (kötüye kullanılabilen bir madde, bir ilaç) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
D. Bu bozukluk, başka bir ruhsal bozukluğun belirtileriyle daha iyi açıklanamaz (örn. yaygın kaygı bozukluğunda olduğu gibi aşırı kuruntular; beden algısı bozukluğunda olduğu gibi dış görünümle aşırı uğraşma; biriktiricilik bozukluğunda olduğu gibi sahip olduklarını elden çıkartmakta ya da onlarla ilişkisini kesmekte güçlük çekme; trikotillomanide [saç yolma bozukluğu] olduğu gibi saçını yolma; deri yolma bozukluğunda olduğu gibi derisini yolma; basmakalıp davranış bozukluğunda olduğu gibi basmakalıp davranışlar; yeme bozukluklarında olduğu gibi törensel yeme davranışı; madde ile ilişkili ve bağımlılık bozukluklarında olduğu gibi maddeleri ya da kumar oynamayı düşünüp durma; hastalık kaygısı bozukluğunda olduğu gibi bir hastalığının olduğunu düşünüp durma; cinsel sapkınlık bozukluklarında olduğu gibi cinsel itkiler ya da düşlemler; yıkıcı bozukluklarda, dürtü denetimi ve davranım bozukluklarında olduğu gibi dürtüler; yeğin depresyon bozukluğunda olduğu gibi suçlulukla ilgili düşünsel uğraşlar; şizofreni açılımı kapsamında ve psikozla giden diğer bozukluklarda olduğu gibi düşünce sokulması ya da sanrısal uğraşlar ya da otizm açılımı kapsamında bozuklukta olduğu gibi yinelemeli davranış örüntüleri) (American Psychiatric Association,2013).
Peki bu durumla karşılaşan bireylerde hangi yol izlenmeli?
Uzun bir süreç ile karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.Öncelikle şartsız kabul ile başlamalıyız.Bunun yanında bireyin aile ve arkadaşlarına psiko-sosyal anlamda destek olması büyük önem taşıyor.Profesyonel olarak birçok ekol ve tedavi çeşidi bulunuyor.Bunların hastanın kaygı bozukluğu türüne göre belirlenip bu ölçüde ilaç ve psikoterapi sürecine adım atılması gerekir.
Referanslar:
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5), Diagnostic Criteria Reference Manual, trans. Köroğlu E, Association of Medical Publications, Ankara, 2014.
PSİKOLOJİDE ETİK
Etik yönetmeliğin amacı mesleğin ve bilimin standartlarını belirlemek, bu standartları en yüksek düzeylerde uygulamak ve bu standartları korumaktır. Aynı zamanda etik yönetmelik meslektaşlar için ortak değerler belirlemektedir. Etik yönetmelikte 5 temel ilke yer almaktadır;
- Yetkinlik / Yeterlilik: Psikolog hem yetkinliğini korumak hem de kendini geliştirmek amacıyla resmi eğitiminin yanı sıra bilimsel gelişmeleri ve gerekli ek eğitimleri takip etmeli ve bunları kendi deneyimi ile birleştirmelidir. Bir çalışmaya başlamadan önce bunu için yeterli mesleki bilgi, donanım, deneyime sahip olup olmadığını değerlendirmelidir. Kendini yetkin görmediği noktada gerekli eğitimi / süpervizyonu almalı ya da danışanı bu konuda yetkin bir meslektaşa yönlendirmelidir.
- Yararlı Olmak ve Zarar Vermemek: Psikolog hizmet verirken karşısındakinin yüksek yararını düşünerek hareket etmelidir. Zarar vermekten kaçınmalı, bilgi ve deneyimini kötüye kullanmamalıdır. İnsanlardan zorla bilgi almaya çalışmamalı ya da insanları itiraf ettirmek için zorlamamalıdır. Hizmet verdiği kişilerle ilişkisinin özelleşmesinin ve cinselleşmesinin önüne geçmeli, kimseyle çoklu ilişkiye girmemelidir.
- Çoklu ilişki, mesleki rolü gereği profesyonel bir ilişki içindeyken psikoloğun, o kişi ile ek bir rolü üstlenmesi ya da o kişinin yakın ilişkide olduğu başka bir kişiyle ilişkiye girmesi olarak tanımlanmaktadır.
- Sorumluluk: Psikolog hizmet verdiği kişilere süreçle ilgili bir değerlendirme ya da müdahale yaparken doğru bilgilendirme yapmalıdır. Ayrıca kişilerin ya da kurumların bilgilerini gizli tutmaktan sorumludur. Bu nedenle kişilerin sesini / görüntüsünü kaydetmeden önce izin almalıdır. Gerektiği durumlarda (yazılı ve sözlü raporlar, süpervizyon, konsültasyon vb.) kişilerin isimlerini ve ayrıntılarını saklayarak bilimsel ve profesyonel amaçlar doğrultusunda profesyonel kişilerle paylaşmalıdır. Kişilerin medyada teşhirinin önüne geçmelidir. Kişinin özel bilgilerinin paylaşılmasının gerektiği durumlarda kişiden izin almalıdır.
- Gizlilik ilkesinin göz ardı edileceği bazı durumlar vardır. Bunlar; hizmet verilerinin kendisine, psikoloğa veya diğer insanlara zarar verdiği ya da verebileceği durumlar ve hizmet alanın 18 yaş altında olduğu çocuklar ve ergenler ile cezai ehliyetinin olmadığı yaşlılar ve engellilerdir.
- Dürüstlük: Psikolog hizmet verdiği kişileri yanıltmaktan, kandırmaktan, aldatarak zarar vermekten ya da bilerek doğruları gizlemekten kaçınmalıdır. Tarafsız ve saygılı olmalıdır. Verdiği sözleri tutmaya çalışmalı, gerçek dışı sözler vermemelidir. Eğitimi, deneyimi, yetkinliği, verdiği hizmetler, ücret, araştırma sonuçları hakkında yanlış bilgi vermemelidir. Herhangi bir konuda bilgi verirken verdiği bilgilerin nesnel ve tam olmasına özen göstermeli, uzmanlığı dışındaki konularda açıklama yapmaktan kaçınmalıdır.
- İnsan Haklarına Saygı ve Ayrımcılık Yapmama: Psikolog insan haklarına ve onuruna saygı göstermeli; hizmet verdiği kişilerin yaş, kimlik, cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, etnik köken, din, mezhep, sosyo-ekonomik düzey ve engelli oluşa karşı ayrımcılık yapmamalıdır. Aynı zamanda meslektaşlarının ve diğer profesyonellerin bilgisine, bakış açısına, deneyimine, sorumluluklarına ve uzmanlıklarına karşı saygılı olmalı ve bunu korumalıdır. Ayrıca kendi kişisel, kültürel ve sosyal geçmişinin, cinsel yöneliminin neden olduğu kısıtlamaların çalışmaları üzerinde etkili olabileceğinin farkında olmalıdır.
Kaynakça
Türk Psikologlar Derneği. (2003). Türk Psikologlar Derneği etik yönetmeliği.
Learn MoreStockholm Sendromu
1973 yılında İsveç’in Stockholm kentinde firari bir mahkum dört banka çalışanını rehin aldı. 131
saat boyunca rehineler, hüküm giymiş bir suçluyla bir banka kasasını paylaştı. Olaydan sonra
rehineler, yaşadıkları sıkıntılara rağmen, rehin alan kişilere karşı herhangi kötü bir duygu
beslemediklerini ve ayrıca polisten kendilerini rehin alanlardan daha çok korktuklarını bildirdiler. Bu
fenomen daha sonrasında psikologlar tarafından ‘Stockholm Sendromu’ adını aldı.
Stockholm Sendromu, kaçırılan bir kurbanın kendisini kaçıran kişiye karşı geliştirdiği olumlu bağı
tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Tanı herhangi bir uluslararası sınıflandırma sisteminde
açıklanmamasına rağmen, medya kaynakları tarafından kullanılan bir terimdir.
Bu tarz vakalar incelendiği zaman, aslında çoğu rehine, kendisini rehin alan kişiyle özdeşleşmez ve
onlara karşı sempati duymaz. Ayrıca, polisi düşman olarak görmez. Bunun yerine, kendisini rehin
alan kişi/kişilere bir ‘sorun’, polisin de ‘çözümü’ temsil ettiğinin farkındadırlar. Serbest bırakılan
rehinelerle yapılan görüşmeler, özellikle uzun vadeli olaylarda rehinelerin çoğunun Stockholm
sendromuna dair hiçbir kanıt göstermediğini ortaya çıkarmıştır.
Psikiyatrik tanı mı yoksa şehir efsanesi mi?
‘Stockholm sendromu’ etiketi, açıklanamayan davranışları açıklama ihtiyacını ortadan kaldırmaya
yardımcı olabilir. Spesifik tedavi gerektirebilecek veya kurbanlarının ruh sağlığı üzerinde uzun
vadeli etkileri olabilecek belirli bir psikiyatrik sendromu tanımladığına dair çok az kanıt vardır.
Stockholm sendromu için doğrulanmış tanı kriterleri tanımlanmamıştır. Bu fenomen herhangi bir
uluslararası psikiyatri sınıflandırma sistemine dahil edilmemiştir. ICD-10’da, istisnai stresli yaşam
olaylarının tetiklediği geçici bozuklukları içeren ‘akut stres reaksiyonu’ kategorisi, muhtemelen en
alakalı olanıdır. Mevcut literatür sınırlı araştırma değerine sahiptir ve bu durum ‘Stockholm
Sendromunu’ bir psikiyatrik tanı olarak desteklenme olasılığını düşürür. Ek olarak, ‘’Stockholm
sendromu, tanınan bir ‘Medical Subject Headings’ (MeSH) değildir.’’ ( Namnyak et al., 2007, s.1)
Stockholm Sendromu hakkında bu kadar çok yanlış kanı ve yanlış inancı sürdüren nedir?
‘Stockholm Sendromu’, düşünüldüğü kadar yaygın değildir ve ‘istisna’ olarak düşünülebilir.
İstisnalar her zaman daha ilginç bulunmuştur ve ek tartışmalara yol açmıştır. İstisnalar daha çok
ilgi çektiği için, medya aracılığı ile daha yaygın bir şekilde görülmüşlerdir. ‘Stockholm sendromu’
kurgu ve filmlerde tasvir edilmesine ve haber medyası tarafından sıklıkla atıfta bulunulmasına
rağmen, aslında nadiren meydana gelir.
Referanslar
Fuselier G. D., (July 1999). Placing the Stockholm syndrome in perspective, FBI law enforcement
bulletin, Vol. 68, no. 7, str. 22-25
Namnyak, M., Tufton, N., Szekely, R., Toal, M., Worboys, S., & Sampson, E. L. (2007). ‘Stockholm
syndrome’: psychiatric diagnosis or urban myth? Acta Psychiatrica Scandinavica, 0(0),
071120024945001-??? https://doi.org/10.1111/j.1600-0447.2007.01112.x
Sınav Kaygısı ve Öneriler
Sınav Kaygısı Nedir?
Sınav kaygısı; ‘’ öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır’’ (May, n.d). Kaygıya bağlı olarak kişi olumsuz sonuçlar/ belirtiler yaşayabilir.
Sınav Kaygısı Yaşıyor Muyum?
Sınav kaygısı yaşayan kişinin başarısında gözle görülür bir düşüş vardır. Genellikle; ders çalışmayı ertelerler ve sınav konusunda konuşmayı, soru sorulmasını istemezler. Dikkatlerini toplamakta güçlük çeker ve odaklanmada sıkıntı yaşayabilirler. Ek olarak, bedensel yakınmalar olabilir (mide bulantısı, terleme, iştahsızlık gibi).
Olumsuz otomatik düşünceler sınav kaygısının oluşması için etkili olabilir. ‘’Sınavlar neden var?’’, ‘’ Bu bilgiler işime yaramaz’’, ‘’ Ben zaten bu konuları hiç anlamıyorum’’, ‘’Çok fazla konu var, hepsiyle nasıl baş edeyim’’ gibi düşünceler sıklıkla öğrencilerde gözlemlenir.
Kaygıyla baş etme yolları;
İlk olarak olumsuz otomatik düşünceleri alternatifleriyle değiştirebilirsiniz. ‘’Bu sınavda başarısız olmam her zaman olacağım anlamına gelmez’’, ‘’ zamanı kendi yararıma kullanmak benim elimde’’, ‘’ Yeterli zamanım olmasa bile bunu en etkili nasıl kullanabilirim’’ gibi düşünceler kaygıyla başa çıkma için alternatif olabilir.
Yukarıda belirttiğim olumsuz otomatik düşünce alışkanlıklarınızı farklı bir gözle yeniden değerlendirebilirsiniz. Buna ek olarak, nefes alma egzersizleri, gevşeme egzersizleri de ara ara yapabilirsiniz. Amaç kaygıyı bastırmak değil, onu tanımaya ve sonrasında kabul etmeye çalışmak olmalı.
Sınav öncesinde beslenme ve uykuya dikkat edilmelidir. Uyku düzeninizin oluşması için günlük 7-8 saat uyuma konusunda kendinizi programlayabilirsiniz. Ek olarak, sağlıklı ve sizleri mutlu eden besinler tüketebilir ve uygun zamanlarda hobileriniz varsa, onları yapabilirsiniz.
Sınav günü ise son ana kadar çalışmak yerine, sınavdan önce gevşeme/nefes egzersizleri yapabilirsiniz. Bu tarz teknikler kaygınızı azaltmaya yardımcı olabilir. Kontrolün sizde olduğunu hatırlayın ve yukarıda belirttiğim alternatif düşünceleri pratik yapın.
Ebeveynler için Öneriler;
Ebeveyn sınırlarının farkında olup ona göre davranmalıdır. Çocuğuna güven vermeli, ilgi göstermeli, ve sorumluluk vermelidir. Özellikle sınav ile alakalı konuşmalarda dikkatli davranmalı, ve akranlarıyla karşılaştırmaktan uzak durmalıdır. Düşünce ve duygu paylaşımı önemli bir rol oynar. Sınavı hem kendisi hem de karşısında ki için çok yüceltmemelidir ve yüreklendirci bir şekilde davranmalıdır.
Psikiyatrik destek gerekli mi?
‘’ Bir ruhsal bozukluk ortaya çıkmışsa (depresyon, anksiyete bozukluğu, uyku bozukluğu. vs. Ruhsal belirtilerden dolay işlevselliğinin bozulması, kaygıyla başa çıkmak için uygun olmayan yollar kullanma, davranış bozukluklarının görülmesi psikiyatrik destek gerektiğinin başlıca göstergeleridir.’’ (May, n.d.)
Referanslar;
Türkiye Psikiyatri Derneği. ‘’Sınav Kaygısı’’ . Erişim: 26 Mayıs 2022. https://psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/13/sinav-kaygisi.
Memorial. ‘’ Sınav Stresiyle Başa Çıkmak İçin 6 Kural’’. Erişim: 27 Mayıs 2022. https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/sinav-stresiyle-basa-cikmak-icin-6-kural.
Learn MoreAntisosyal Kişilik Bozukluğu
Bireylerde kişilik bozukluğu yaşamlarının birçok alanında çevreleri ve diğer insanlara yönelik uyumsuz algılama, düşünme, hissetme ve bozuk davranışlar örüntüsü oluşturan insanlarla ilişkilerini etkileyen zihin sağlığı ile ilgili bir durumdur. Antisosyal kişilik bozukluğu, çocukluk ve ergenlik döneminde başlayan yetişkinlik dönemlerinde devam eden bir bozukluktur. Bu bozukluk ile görülen davranışlar şunlardır: -İnsanlar ve hayvanlara karşı saldırgan tutumlarda bulunma,
-Okuldan ve evden kaçma,
-Sık sık yalan söyleme başkalarının haklarını görmezden gelme,
-Kendi gereksinimleri için başkalarını kötüye kullanma,
-Normlara ve yasalara uygun davranışlarda bulunmakta zorluk çekme,
-Alkol veya uyuşturcu madde kullanımı,
-Tutuklanmalarına sebebiyet verecek hırsızlık ve yasadışı işler ile uğuraşma,
-Mülkiyette zarar verme ve suç işleme yatkınlığı gibi toplumsal değerler ve yasalarla çatışan
davranışlarda bulunmadır (Butcher vd., 2013).
Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler göstermiş oldukları davranışlardan dolayı suçluluk duymazlar. Dışarıdan normal, zeki, sevimli ve cana yakın görünebilirler ama başkalarının güvenliğini fazla önemsemezler. Gelecek ya da geçmişi düşünmeden anı yaşamak ve o anki çıkarları doğrultusunda her şeyi yapabilmek onlar için tamamen normaldir. Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler ben merkezcidir. Empati kurma ve bağlanma kapasitesi zayıf olan insanların acılarına, duygularına ve haklarına karşı hissizdir (Tunç, 2019). Ayrıca bu bireyle dürtülerini kontrol edemeyen, sorumsuz davranışlarda bulunan ve toplumsal ilişkilerini sürdüremeyen kişilerdir. Sosyoekonomik durumların düşük olduğu kesimlerde görünme oranı sosyoekonomik durumların yüksek olduğu kesimlerden daha fazladır. Toplumda erkeklerde görünme olasılığı kadınlarda görünme olasılığından daha yüksektir (Sardoğan, Kaygusuz, 2006). Şiddetli olumsuzluk, az sevgi ve şefkat gösterme yönünden tutarsız olan ebeveynler ile büyüyen çocuklarda antisosyal davranışlar öngörülür. Çocukluk çağlarında görülen bu duruma davranım bozukluğu denir ve bu bozukluk, kişiler 18 yaşına geldiğinde antisosyal kişilik bozukluğuna yatkın hale gelmelerine neden olur. Ayrıca kişinin bu tanıyı alması içinde 18 yaşında olması gerekir. Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler nadiren yaşadıkları problemden kaynaklı yardım isterler. Tedavileri zordur ve zor olmasının sebebi davranışlarındaki tutarsızlıktan kaynaklanmasıdır. Bu şekilde çevrelerine sergiledikleri davranışların farkında olsalarda bundan rahatsızlık duymazlar ve bu durumda tedavi süreçlerini etkilemektedir (Kring vd., 2017).
Yazar:
Psikolog Musab Yiğit Yetkinağaç
Referanslar:
Butcher, J., Mineka S., Hooley, J. (2013). Anormal Psikoloji. İstanbul: Kaknüs Yayınevi.
Kring, A. M., Johnson, S. L., Davison, G., Neale, J. (2017). Anormal Psikolojisi/Psikopatoloji. İstanbul:
Nobel Akademik Yayıncılık.
Tunç, P. (2019). Antisosyal Kişilik Bozukluğu Dinamik Formülasyonu: Olgu Sunumu. Anadolu Psikiyatri
Dergisi, 20(2), 211-216.
Sardoğan M., Kaygusuz C. (2006). Antisosyal Kişilik Bozukluğu Tanısı Almış ve Almamış Olan Bireylerin
Duygusal Zeka Düzeyleri Açısından İncelenmesi. Ege Eğitim Dergisi, (7), 85-102.
ALEKSİTİMİ
Aleksitimi sözcüğünün kökeni Yunanca’ya dayanmaktadır. Yunanca’dan dilimize “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevirilmiştir (Dereboy, 1990). Psikosomatik kuramcılar tarafından ortaya atılan aleksitimi başlarda, fizyolojik bir neden dayanmayan psikolojik belirtilerin açıklanması amacıyla kullanılmıştır (Blanchar, Arena ve Pallmayer, 1981). Fakat ilerleyen zamanlarda aleksitiminin sadece psikosomatik durumlara özgü olmadığı, sağlıklı bireylerde de sıkça görüldüğü gözlemlenmiştir. İlk defa 1972 yılında Sifneos bir konferansta bu tür duygusal durumları anlatmak için aleksitimi sözcüğünü kullanmıştır (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
En basit şekli ile duyguların fark edilmesi, tanınması, ayırt edilmesi ve ifade edilmesinde güçlükler yaşanması şeklinde tanımlanabilmektedir (Koçak, 2003). Taylor (1984) ve Sifoneos’a (1998) göre aleksitimi bir hastalık değil, kişilikle ilgili bir bileşendir. Psikoloji literatürüne Sifoneas tarafından katılan bu kavram, düşlem ve fantezi dünyasındaki kısıtlılık, duygusal ve fizyolojik tepkileri ayırt etmede yetersizlik, düşünceleri fark etmede zorluklar ve duyguların ifade edilmesinde, duyguların tanımlanmasında güçlükler şeklinde tanımlanabilir (Sifoneos, 1996). Aleksitimik hastalarla ilerletilen psikoterapilerin, klinisyenler için genellikle zorlayıcı olduğu görülmüştür (Ogrodniczuk, Piper, Joyce ve Abbass, 2009).
Yapılan araştırmalarla aleksitiminin psikolojik sıkıntıların aksine kişilik özelliği olduğu ile ilgili bulgular bulunmuştur. (Salminen, Saarijarvi, Aairela ve Tamminen, 1994). Tanısal olarak hala belirli bir tanımlaması bulunmayan aleksitiminin, tedavi sürecinin nasıl işleyeceği de tartışmalar arasında yer alıyor. Farmakolojik tedaviden psikoterapiye uzanan geniş tedavi skalası bulunan aleksitiminin grup terapisi ve BDT ile tedavi edilebilir (Şaşıoğlu, Gülol ve Tosun, 2014).
KAYNAKÇA
Blanchard, B.E ., Arena,J.G. ve Pallmeyer, J.P. (1981). Psychosometrik Properties Of a Scale to Measure Alexithymia. Psychother Psychosom, 35, 67-71.
Dereboy, Y.F (1990). Aleksitimi öz bildirim ölçeklerinin psikometrik özellikleri üzerine bir çalışma. Ankara: H.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi.
Koçak, R. (2003). Üniversite öğrencilerinde aleksitimi ve yalnızlığın bazı değişkenler açısından karşılaştırılması ve aralarındaki ilişkinin incelenmesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 11 (19), 15-24.
Ogrodniczuk JS, Piper WE, Joyce AS ve Abbass AA. (2009). Alexithymia and treatment preferences among psychiatric outpatients. Psychother Psychosom, 78:383-384.
Sifneos, P. E. (1996). Alexithymia: past and present. Am JPsychiatry, 153:137-142.
Şaşıoğlu, M., Gülol, Ç. ve Tosun, A. (2014). Aleksitimi: tedavi girişimleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(1): 22-31.
Learn MoreDemografik ve İçsel Faktörlerin Trafikteki Stres Üzerindeki Etkisi
Stresin sürüş performansı üzerinde önemli bir etkisi olduğu pek çok çalışmayla kanıtlanmıştır.
A) Demografik Faktörler (Yaş, cinsiyet)
- Duruma özgü gerginlik gibi fizyolojik önlemlerin yaşla birlikte arttığı ve yaşlı sürücülerin daha fazla stres yaşadıklarını bildirilmektedir (Westerman ve Haigney, 2000).
- Yaşlı sürücüler arasında da kadınların erkeklere göre daha fazla sürüş ile ilgili stres deneyimlediği bulunmuştur (Siren ve Meng, 2013).
- Görece daha güncel olan bir çalışma ise sürücü stresinin hiçbir boyutunun yaş ile anlamlı bir ilişki göstermediğini ortaya konmuştur (Qu vd., 2016).
- Cinsiyet bağlamında bakıldığında kadın sürücülerin araç kaza öyküsü varsa seyahat kaygısını bildirme olasılıkları daha yüksek olduğu (Mayou ve Bryant, 2003) ve bir kazadan sonra travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip olma olasılıklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur (Blanchard vd., 1996). Ayrıca bu çalışmalar kazaya karışmanın kadınların stres seviyeleri üzerinde uzun süreli etkileri olduğunu göstermiştir.
B) İçsel Faktörler (Kişilik)
- Birçok bireysel değişken sürücü stresindeki farklılaşmada etkin rol oynamaktadır. Genel sürücü stresi; nevrotiklik, saldırganlık-düşmanlık, günlük zorlukların sıklığı ve dikkatsizlik ile daha yüksek düzeyde ilişkili ve stresli ruh hali ile de düşük düzeyde ilişkili olarak bulunmuş, nörotisizm ise sürücü stresi ile pozitif ilişki olarak bulunmuştur (Matthews vd., 1991).
- Öfkeye ve saldırganlığa eğilimli sürücüler, özellikle trafikteki çekişmelere yol açan durumlarda diğer sürücülerin niyetlerini yanlış anlama eğiliminde oldukları görünmektedir (Matthews vd., 1998a). Diğer araçlar tarafından gerçekleştirilen manevraları düşmanca, ileriye doğru ilerlemelerini engelleme amaçlı yapılan hareketler olarak değerlendirmektedirler. Olumsuz değerlendirmeye ve çatışmacı başa çıkmayı içeren bu önyargılar oldukça tehlikelidir. Ayrıca kendi kendini sürdüren bir döngü oluşturma riski de taşımaktadır. Muhtemelen diğer sürücülerden gerçek düşmanca tepkiler alarak da kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet oluştururlar.
- Yüksek sürekli kaygı da sürücülerin daha stresli olması ile ilişkilendirilmiştir. Yüksek sürekli kaygı sahibi sürücülerin stresli durumlara karşı verdikleri tepkiler konusunda bilgilendirilmeleri oldukça önemlidir çünkü bu tepkiler hem sürücüleri tehlikeli durumlara sokmakta hem de sürücülerin trafik normlarını ihlal etmelerine yol açmaktadır (Barnard ve Chapman, 2018).
- Trafik sıkışıklığından bağımsız olarak; bireyde bulunan faktörlerden kaynaklanan stres olarak tanımlanan sürekli sürücü stresi, belirli bir dış durum veya olaydan kaynaklanan stres olarak tanımlanan durumsal sürücü stresinin anlamlı bir belirleyicisi olarak ön plana çıkmaktadır. Başka bir deyişle sürekli sürücü stresi yüksek olan sürücülerin farklı trafik ortamlarında daha fazla durumsal sürücü stresi deneyimlediği görülmektedir (Wickens ve Wiesenthal, 2005).
Kaynakça
Barnard, M. P., & Chapman, P. (2018). The moderating effect of trait anxiety on anxiety-related thoughts and actions whilst driving. Personality and Individual Differences, 135, 207–211. https://doi.org/10.1016/j.paid.2018.07.027
Blanchard, E. B., Jones-Alexander, J., Buckley, T. C., & Forneris, C. A. (1996). Psychometric properties of the PTSD Checklist (PCL). Behaviour Research and Therapy, 34(8), 669–673. https://doi.org/10.1016/0005-7967(96)00033-2
Matthews, G., Dorn, L., & Glendon, A. I. (1991). Personality correlates of driver stress. Personality and Individual Differences, 12(6), 535–549. https://doi.org/10.1016/0191-8869(91)90248-A
Matthews, G., Dorn, L., Hoyes, T. W., Davies, D. R., Glendon, A. I., & Taylor, R. G. (1998a). Driver Stress and Performance on a Driving Simulator. Human Factors, 40(1), 136–149. https://doi.org/10.1518/001872098779480569
Mayou, R., & Bryant B. (2003) Consequences of road traffic accidents for different types of road user. Injury, 34(3), 197–202. https://doi.org/10.1016/s0020-1383(02)00285-1
Qu, W., Zhang, Q., Zhao, W., Zhang, K., & Ge, Y. (2016). Validation of the Driver Stress Inventory in China: Relationship with dangerous driving behaviors. Accident Analysis & Prevention, 87, 50-58. https://doi.org/10.1016/j.aap.2015.11.019
Siren, A., & Meng, A. (2013). Older drivers’ self-assessed driving skills, driving-related stress and self-regulation in traffic. Transportation Research Part F: Traffic Psychology and Behaviour, 17, 88-97. https://doi.org/10.1016/j.trf.2012.10.004
Westerman, S. J., & Haigney, D. (2000). Individual differences in driver stress, error and violation. Personality and individual differences, 29(5), 981-998. https://doi.org/10.1016/S0191-8869(99)00249-4
Wickens, C. M., & Wiesenthal, D. L. (2005). State Driver Stress as a Function of Occupational Stress, Traffic Congestion, and Trait Stress Susceptibility. Journal of Applied Biobehavioral Research, 10(2), 83-97. https://doi.org/10.1111/j.1751-9861.2005.tb00005.x
Learn MoreÇocuklarda Seçici Konuşmazlık
Bazı çocuklar utangaçtır, tanımadıkları insanlarla konuşmaktan hoşlanmazlar. Genellikle kendilerini daha rahat hissettikleri durumlarda konuşmaya başlarlar. Bunun dışında seçici konuşmazlar ise spesifik bir durum karşısında konuşmak isterler fakat konuşamazlar bu durum doğal sebeplerden ötürü sosyal anksiyete ile birlikte görülür. Türkiye’de görülme sıklığı pek de yaygın olmayan bu kaygı bozukluğu şu şekilde başlar:
- Çocuk, diğer durumlarda konuşmasına rağmen, konuşma beklentisinin olduğu belirli sosyal durumlarda (örneğin okulda) tutarlı bir şekilde konuşamaz.
- Seçici Konuşmazlık, eğitimsel ve mesleki başarıyı bununla beraber sosyal iletişimi de olumsuz etkiler.
- Rahatsızlığın süresi en az 1 aydır (okulun ilk ayı ile sınırlı olmamakla beraber) sosyal durumda gerekli olan konuşma diline ilişkin bilgi eksikliğinden veya bu dilden rahatsızlık duymaktan
kaynaklanmayan, tam tersine konu hakkında bilgi ve fikre sahip olup konuşamama.
- Bu davranışlar, yoğun bir kaygı deneyimi sırasında çocuğun kendisini koruma yöntemidir ancak bazı durumlarda kasıtlı olarak muhalif görünebilir.
Seçici mutizmli bireylerde görülen semptomlar;
-Evde ve ailesiyle özgürce konuşur, fakat halka açık ortamlarda veya yabancıların etrafında endişe sebebiyle konuşamaz.
-Korkudan kısmi felç olur.
-Aniden iletişim kapanır.
-Rahatsız olduğunda göz teması kurmakta zorlanır.
-Davranışsal olarak engellenmiş hisseder.
-Soruları cevaplamak için işaret etme, başını sallama, yazma ve diğer sözsüz iletişim biçimlerini kullanır, bunlara güvenir.
-Güvenilir bir kişi aracılığıyla konuşur (örneğin, bir sorunun cevabını okuldaki öğretmenine veya arkadaşına fısıldayarak, göz temasından uzak bir şekilde konuşur.) (American Psychiatric Association,2013).
Seçici Konuşmazlığı bir vaka ile analiz edip tedavi yöntemlerinden bahsetmek gerekirse:
İdil, ailesi ve abisi ile birlikte yaşayan 5 yaşında bir kız çocuğudur. İdil evde, erkek kardeşi ve ebeveynleri ile oyun oynamayı ve oyun oynamanın getirdiği heyecanı ve mutluluğu seven eğlenceli bir çocuktur. Ancak okulda İdil, tamamen farklı bir çocuk olur. Konuşması gerektiğinde tamamen sessizleşir. İdil, okula gitmek için çok heyecanlıdır, katılmaya isteklidir, fakat öğretmen ona her soru sorduğunda, sanki öğretmeni ona saldırmaya gelen bir kaplanmış gibi davranarak tamamen iletişime kapanır. İdil, konuşması gerektiği bu durumda, sınıf arkadaşları ve öğretmenleriyle sözsüz hareketler kullanarak iletişim kurar.
Bu vakadan hareketle Seçici Konuşmazlar doğal ortamlarında rahatça konuşabilmelerine karşın özel bir durumla karşılaştıklarında kendini zorlar ise bazı fizyolojik ve psikolojik sorunlar yaşanabilir.
Seçici Konuşmazlık önlenebilir ve tedavi edilebilir bir anksiyete bozukluğudur. Görülme oranı %2 olan bu hastalık için birçok tedavi, yöntem ve teknikleri vardır. Bunlardan en etkilisi aşağıda da ayrıntılı
anlatacağım Bilişsel Davranışçı Terapi dir. Bilişsel Davranışçı Terapi
Bilişsel davranışçı terapi (CBT) , bireyin kendileri, dünya ve insanlar hakkında nasıl düşündüklerini, bu düşünceler hakkındaki algılarının düşüncelerini nasıl etkilediğine odaklanmasına yardımcı olur. Ayrıca kademeli maruz kalma yoluyla korkulara ve önyargılara meydan okur. BDT, ruh sağlığı uzmanları
tarafından uygulanır. Çocuklar, ergenler özellikle sosyal anksiyete bozukluğu yaşayanlar ve seçici konuşmazlıkla büyümüş yetişkinler için daha uygun bir ekoldür. Daha küçük çocuklar da ise genel
refahlarını desteklemek için tasarlanmış BDT temelli yaklaşımlardan yararlanılabilir. Örneğin bu, kaygı hakkında konuşmayı ve bunun vücutlarını ve davranışlarını nasıl etkilediğini anlamayı ve bir dizi kaygı yönetim tekniğini ya da başa çıkma stratejilerini öğretmeyi içerebilir.
Buna ek olarak:
-Kademeli Maruz Bırakma
-Uyaran Solması
-Olumlu-Olumsuz Pekiştirme ve Sistematik Duyarsızlaştırma kullanılabilir.
Özetle, Selektif Mutizm (Seçici Konuşmazlık) Bireyin doğal habitatında kendisini düzgün ve doğru bir şekilde ifade etmesine karşı seçici bir uyaran olması durumunda geri çekilme veya donma tepkisi
vermesidir. Yapılan araştırmalara göre SM bireyin konuşma eylemini seçmemesi değil, konuşmak
istemesine karşı konuşamamasıdır. Bu yönüyle diğer mutizm türlerinden keskin bir farkla ayrılır. Daha çok çocuklarda görülen bu anksiyete bozukluğu ergenler ve genç yetişkinlerde de görülebilir. Tedavisi konusunda kişiye en uygun ekol seçilip ve devamında başarılı sonuçlar elde edilebilir.
Kaynakça:
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM-5), Diagnostic Criteria Reference Manual, trans. Köroğlu E, Association of Medical Publications, Ankara, 2014.
https://www.freepik.com/free-vector/cute-unicorn-sad-cartoon-icon- illustration_11168855.htm#query=shy%20kid&position=28&from_view=keyword
Learn MoreDunning – Kruger Sendromu
Çevremize baktığımızda bazı insanların yaptıkları işte çok iyi ve çok başarılı olduklarından bahsettiklerini duyarız. Bu işlere baktığımızda söyledikleri kadar yeterli olmadıklarına şahit olabiliriz. Aslında bu insanlar işlerinde yeteri kadar deneyime ve bilgiye sahip olmadıklarının farkında değildir ve farkında olmadıkları gibi yeterli olduklarını düşünmektedirler. Bu yüzden de kendilerine güvenleri, cesaretleri ve girişkenlikleri oldukça fazladır. Bu durumun tam tersinde ise bilgili insanlar kendilerini yeterli görmez. Görmedikleri için kendilerine güvenleri, cesaretleri ve girişkenlikleri daha zayıftır.
Dunning – Kruger sendromu diğer adıyla Dunning – Kruger etkisi, 1999 yılında Cornell Üniversitesi sosyal psikologları Justin Kruger ve David Dunning’ in tanımladığı algılamada yanlılık eğilimidir. İnsanların neden kendilerini abarttıklarını, üstün gördüklerini, yaptıkları işte yeterli veya yetersiz olarak gördüklerini anlamak üzere yapılan bir araştırmadır. Bu sendrom halk dilinde “Cahil Cesareti” olarak da tanımlanır. Justin Kruger ve David Dunning’ in yaptığı bu çalışma 2000 yılında Nobel Ödülü almalarını da sağlamıştır (Bal, Hassülün, 2016).
Bu sendroma baktığımızda, kendini her konuda yeterli olarak gören bireylerin yaptıkları hatalı davranışlar öz değerlendirmeyi bilmemelerinde kaynaklanırken; yetersiz olarak gören bireylerin öz değerlendirme sorunu çevrelerini yeteri kadar değerlendirememelerinden kaynaklandığını görürüz. Yani, bilgisiz ve deneyimsiz bireylerin geldikleri konumlardaki yetersizliklerinin farkında olmayışları ve düşünmeden hareket edişleri özgüvenlerinden kaynaklanırken; bilgili bireylerin kolaylıkla yaptıkları işin diğer kişilere de kolay geleceğini düşünerek hareket etmeleri kendilerini sınırlandırmalarına ve daha az güvenmelerine neden olduğunu görürüz (Savaş, 2016).
Peki Dunning – Kruger sendromunun araştırmasına ve bu sendroma ilginin artmasına sebep olan olay neydi? 1995 yılında McArthur Wheeler, limon suyunun kimyasını tuhaf olduğunu ve görünmez yazılar yazmaya yaradığını iddia ediyordu. Wheeler bu iddiasının yüzü limon suyuyla kaplıyken işe yarayacağından ve görünmez olabileceğinden bahsediyordu. Bunu kanıtlamak için yüzüne limon suyu sürüp iki bankayı üst üste soymaya çalıştı. En büyük iddiası ise bu şekilde güvenlik kameralarının onu kayıt altına alamayacağıydı. Bankayı soymayı başarmıştı ancak iddiasındaki gibi görünmez olmayı başaramamıştı ve kameralar kendisini kayıt altına almıştı. Aynı gün kimliği tespit edilerek yakalandı. Kimya alanında yeteri kadar bilgi sahibi olmayan Wheeler bunun farkında değildi ve uzman olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden de polisleri ve teknolojiyi kandırabileceğini sandı. Yaşanılan bu olay Dunning – Kruger sendromunun incelenmesine ve odaklandığı meseleyi net olarak ifade edilmesine yardımcı olmuştur (Isaacs, 2022).
Dunning – Kruger sendromu, psikologların kişiyi detaylı olarak dinlemesi ve belirtilerden yola çıkarak kişiye özgü testler uygulaması ile tespit edilir. Tespitinden sonra kişiler bu sendromu taşıdıklarına ikna olmayacakları için tedavi seçenekleri de oldukça kısıtlıdır. Ancak bu durum toplumdan dışlamalara neden olabileceğinden muhakkak terapi seansları ile desteklenmesi gereklidir. Bu şekilde bireyde ilerlemeler görülür ancak kesin bir tedavisi henüz bulunamamıştır.
REFERANS
Bal V., Hassülün P. (2016). Öğrenilmiş Çaresizliğin Dunning Kruger Sendromu ile İlişkisi: Celal Bayar Üniversitesi Son Sınıf Öğrencileri Üzerine Bir Uygulama. Uluslarararsı İşletme, Ekonomi ve Yönetim Perspektifleri Dergisi, 1(3), 41-53.
Isaacs D. 2022. The Illusion of Superiority: The Dunning-Kruger Effect and Covid 19. Journal of Paediatrics and Child Healty, 58(2), 224-225. https://doi.org/10.1111/jpc.15693
Savaş, S. (2016). Dunning-Kruger Sendromu ve Kurumsal Dışavurum. Akademia, 4(3), 2-16. doi: 10.17680/akademia.92350
<a href=’https://www.freepik.com/photos/chess’>Chess photo created by jcomp – www.freepik.com</a>
Learn More